“Anneler Günü” İçin Yazılar
- Gürcan Banger
- 12 Mar 2020
- 13 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 May 2020

Anneler Günü: 13 Mayıs 2012
Bugün Anneler Günü… Bazıları bu günü, gâvurların icadı diye reddedecek. Kimleri ise ya tüketim amaçlı olarak istismar edecek ya da bu yolla yapılan reklamların kurbanı olacak. Bunların hiçbirisi makbul değil. Ama bugün annelerin günü… Kökeni, kutlanma biçimi ne olursa olsun…
Düşünüyorum da; yukarıda sıraladığım sorunları kısa vadede çözemesek bile bu özel günde biraz çaba göstererek sevgi açığının kapanmasına katkı yapabiliriz. Bu özel günde annelerimizden, kız kardeşlerimizden, kadın arkadaşlarımızdan başlayarak sevgiyi paylaşmayı ve büyütmeyi deneyebiliriz.
Anneler Günü ile ilgili güzel bir söz bulmak için bir miktar kitap karıştırdım. İnternette güvendiğim sitelere baktım. Güzel sözlerin arasında 1809-1865 arasında yaşamış ABD’in 16’ncı devlet başkanı Abraham Lincoln’un sözleri bana ilginç geldi: “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız söyleyeyim; annemdir.”
Bir zamanlar Anneler Günü için yazdığım bir yazıda şunları söylemişim: “Bu özel günde ne yaparsınız, bilemem. Ama anneniz sağ ise, yanına gidebiliyorsanız veya telefonla ona erişebiliyorsanız; halini hatırını sorun, gönlünü alın. Bunu yapamayacağınız günler olacaktır. Çocuklar için anneleri çok önemli ve değerlidir. Anneler için de çocukları öyledir.” Yaşam ve duygular, böyle olmaya devam ediyor.
Bugün Anneler Günü: 8 Mayıs 2011
Kutlamalar, bir ritüeller manzumesidir. Ritüel, çoğu zaman din kavramıyla birlikte kullanılan bir sözcüktür. Dinin inanç kısmı teori, ibadet kısmı ise pratik olarak ele alınıyor. Din açısından ele alındığında ritüel, bir dinin ibadet kısmının nasıl yapılacağını belirten kurallar ve yöntemler manzumesidir.
Dinin pek çok sosyal kurumu ve kavramı etkilediğini biliriz. Bunlar arasında sanat da var. Hatta dinin ve sanatın uzun zaman iç içe var olduklarını söylersek bir tarihi gerçeği ifade etmiş oluruz. Zaman içerisinde sekülerleşme ile birlikte ritüel sözcüğü dinden bağımsızlaşmış. Başta sanat olmak üzere başka alanlarda da kullanılır olmuş.
Dinsel anlamda (ibadet olarak kullanıldığında) ritüelin içeriğinde her zaman aynı işlemin yapılması, belli zaman aralıklarında bazı eylemlerin düzenli biçimde tekrar edilmesi var. Bugünkü seküler anlamında -örneğin sanat yazılarında- kullanıldığında ise kavram, biraz daha esneklik kazanıyor. Katı kuralların dışına çıkıyor.
Dinsel ritüellerin yanında dinle karıştırılan büyü ve sihir gibi alanlarda da ritüel kavramından söz ediliyor. Bu anlamda halkın değişik kesimlerinin dini uygulama türlerinden söz etmiş oluyoruz. Bir de sosyal ritüeller var. Cenaze, evlenme, sünnet törenlerin uygulanmasında gözlüyoruz bunları. Kına törenleri bunların arasında iyi bildiğimiz bir tanesi. Batı ülkelerinden dünyaya yayılan Anneler Günü uygulamaları da sosyal yaşamın ritüelleri arasında yer alıyor.
Bugün ritüel sözcüğünü duygusal alanlarda da kullanıyoruz. Örneğin sevginin ifade edilmesine yönelik ritüeller… Sevginin ritüellerinin yaşamımızdaki yerinin önemine ve vazgeçilmezliğine inanırım. Ama anneler günü gibi vesilelerle, sevginin ifadesinin bir tüketim yarışına dönüşmesinden de rahatsızım.
Her sevgi ilişkisi kendi ritüelini kendisi üretmelidir. Örneğin anneye olan sevgiyi ifade etmenin yolu, ona sadece parasal yönden kıymetli bir hediye almak olmamalıdır.
Bugün Anneler Günü. Bu değerli günün medyatik vitrininde her zaman olduğu gibi, gülümseyen anneler yer alacak. Sevdikleri, ailenin o değerli varlığına hediyeler ve çiçekler sunacaklar. Bunları yapamayanlar, ya sevgili annelerine sarılıp bir içten öpücük konduracaklar yanaktan, ya da telefona sarılıp sevecen cümlelerle hâl hatır soracaklar. Bu dünyadan sonsuzluğa göçmüş olanlar için ise, içler acıyla ve gözler yaşla dolacak; huzur duaları onların ardından o dönülmez yolculuğa gönderilecek.
Ama bazı anneler var ki; onlar için dün ile bugünün, bugün ile yarının fazla farkı olmayacak. Onlar, ailelerinin en çok şiddete maruz kalan bireyleri olarak bugünü de ağır zulüm koşullarında geçirecekler. Onlar için günün bir an önce bitmesi, kendilerine uygulanan zulmün de bir an önce bitmesi anlamına gelecek.
Kadına şiddet uygulama yaklaşımı, öğrenilen bir davranış biçimidir. Öğrenildiği yer ise çoğunlukla ailedir. Çocukluk ve gençlik dönemlerini, kadına şiddet uygulanan ailelerde geçiren bireylerin, kendilerinin sonraki yaşamlarında şiddete eğilimli oldukları gözlenmiştir. Ergenlik dönemi sonrasında bu tür ailelerin erkek bireylerinin; kız kardeşlerine, eşi ölmüş veya eşinden boşanmış olan annelerine, kendi eşlerine, nişanlılarına veya yakın kadın akrabalarına şiddet uyguladıkları istatistiksel olarak bilinmektedir. Bu davranış, genelde erkek olmanın doğal bir uzantısı olarak kabul edilmekte ve yapılan eylemin bir insanlık suçu olduğunun ayırtına varılmamaktadır.
Kadına uygulanan şiddet ile ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlar, her ne kadar şiddetin önlenmesi konusunda nihai başarıya ulaşılmasına neden olmamışsa da, bazı gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Örneğin yaşanılan mekâna göç ile gelmiş olan ailelerde, kadına yönelik şiddetin daha yaygın olduğu gözlenmiştir. Şiddet ile birlikte gözlenen bir diğer sosyal olgu, işsizliktir. İşsizliğe bağlı ekonomik sorunlar, aile içindeki gerginlikleri artırmakta ve sonuçta gerilen ortam, kadının dayak yemesi ile sonuçlanmaktadır.
Aile içi şiddet ile birlikte gözlenen bir diğer olgu, kalabalık aile gerçeğidir. Nüfusun, ortalamanın üzerinde olduğu ailelerde bireyler arası sorunların şiddet yoluyla çözülmesi, sık gözlenen bir durumdur. Bu çerçevede kadın da kendine düşen acılı payı almaktadır. Yine erken yaşta yapılan evlilikler, bireylerin bedensel ve ruhsal yapılarındaki yeterli gelişmenin olmaması nedeniyle, kadına yönelen şiddetin bir başka nedeni olarak gözlenmiştir. Kadının boşanma talebi ise şiddet kaynaklarından bir diğeri olarak ortaya çıkmaktadır.
Özelde annelerin, genelde kadınların önemi ve değeri konusunda mangalda kül bırakmayanımız çoktur. Ama şiddete maruz kalan kadınların karşılaştıkları zorlukların başında, yardım alabilecekleri kişi ve kuruluşlara ulaşmadaki engeller gelmektedir. Geleneksel kültür nedeniyle dayak yiyen kadın, karakola giderek şikâyette bulunmaktan çekinmektedir. Babasının evine veya karakola gittiğinde; karşısına “Kocandır; döver”, “Evlilikte olur böyle şeyler” türünde yaklaşımlar çıkmaktadır. Aile içinde şiddetin önlenmesi ve mağdur kadınların destek ve koruma altına alınabilmesi için kurumsal yaklaşımlara ihtiyaç vardır.
Sözün kısası; bugün Anneler Günü… Annemize olan sevgimizi ve saygımızı hatırlayıp bunu ona bir kez daha gösterebileceğimiz bir fırsat… Aynı zamanda kadına, anneye uygulanan şiddetin çözülmesi gereken bir sosyal sorun olarak karşımızda durduğunu hatırlamanın da bir fırsatı…
Son söz: Bir çocuğun annesine olan sevgisinden daha büyüğü olamaz. Bence sevgi onunla başlar, onunla büyür.
Beni Dinler misin, Anne: 9 Mayıs 2005
Bir zamanlar –sanırım ortaokul yıllarımdı– bir roman yazma merakı içindeydim. Duygusal yoğunluklar içinde bir sürü karalama yaptım. Ama her seferinde hikâye eksik gibi göründü gözüme. Yaşam deneyimimi, bir roman yazmak için yetersiz bulmuştum. Sonraki yıllar bazen yavaş, kimi zaman hızlı ama kaydını tutması zor bir tempo ve yoğunlukta geçti. Yaşadığım olaylarla birlikte duygularımda ve duyumsama tarzımda değişiklikler oldu. Şimdi kendime soruyorum da; seninle ilgili olanlar sanki hiç değişmemiş gibi…
İlkokulda iken bir Anneler Günü kutlamasında bir şiir okuma görevi bana düşmüştü. Yokluğunun da verdiği acıyla kelimelerin boğazımda ilmeklere dönüştüğünü hatırlıyorum. O an yüreğim tarifi zor heyecanla patlayacak gibiydi. İşte; o gün bu gündür, bunlar –sadece anne sözcüğünün bile içerdiği bu duygusallık– bile hemen hiç değişmedi.
Düşünüyorum da; Anneler Günü hakkında, senin günün hakkında duygusal olmayan bir şeyler yazmak mümkün mü? Seni ve Anneler Günü’nü her hatırladığımda aklıma sadece çok uzun yıllardır yokluğunun bana öğrettikleri geliyor. Bunları zihnimden bir film şeridi gibi geçirirken ise içinde duygusal olmayanları seçebilmenin mümkün olmadığını görüyorum.
Yaşasaydın eğer, mutlaka sevgi için benden daha fazla zamanın olurdu. Benim çevreme verebildiğimden çok daha fazlasını paylaşabileceğinden eminim. Senin sınırsız duygusal zenginliğini paylaşamadığım için üzgünüm.
Her şey, uzun yıllar önce birbirimizi kaybetmemizden ibaret değil. Senin o sonsuz yolculuğa gidişinle paylaşma fırsatını kaybettiğimiz başka şeyler de var, anne. Biliyor musun; birlikte mücadele etme şansını da yitirdik gidişinle. Belki de en çok buna üzülüyorum.
Bu ülkede ‘istenen ve beklenen ortalamadan’ farklı olmak kolay değil. Vatandaşsız bir ülke olmayacağı halde kimi zaman yurttaş olmanın zorlukları var. Bunu ne kadar hissetmiştin bilmiyorum ama bir kadın ve bir anne olmak çok daha zor… Örneğin ülkede kadınlar, sadece ‘kadın oldukları’ için zulme uğramaya devam ediyorlar. Hâlâ evinde şiddet gören kadınların haddi hesabı yok. Sadece bizim ülkemizde değil; dünyada da eşitsizlik ve zulüm kol geziyor. Kadınlar tüm işlerin üçte ikisini yaptıkları halde gelirin ancak yüzde 10’una sahip olabiliyorlar. Eğer gidişinle ayrı düşmeseydik, bu adaletsizlik karşısında birlikte mücadele edebilirdik.
Mahalle baskısı bir yana dayak, töre cinayetleri, temsilde adaletsizlik, eğitim fırsatlarını eşit kullanamama veya ailenin iş yükünü birkaç kat yaşama kadınları çepeçevre sarmış halde. İstatistikler ülkemizde kadınların yarıdan fazlasının aile içi şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Olsaydın eğer, birbirimize ayıracağımız zamanın bir bölümünü, bu eşitsizliği yok etmek için birlikte çalışarak harcayabilirdik.
Çevreme şöyle bir bakıyorum, anne. Sosyal adaletsizliklerin, ekonomik eşitsizliğin ve en önemlisi yoksulluğun en ağır sonuçlarını kadınlar yaşıyor. Cinsel istismarın ve tacizin odak noktasında kadınlar yani anneler var. Ne yazık ki; bu durumu değiştirmek için verilen mücadele yeterli düzey ve içerikte değil. Kadınların hak, özgürlük ve sosyal eşitlik savaşımında bana düşeni yapmaya gayret ediyorum. Sağ olsaydın şimdi birlikte yapacaklarımız da olurdu. İki, birden iyidir, değil mi anne?
Dikkatimi çeken bir nokta var. Anneler günü, her yıl bir kez kutlanıyor. Tüm dünyada… Ama bu özel gün, sanki bir ekstra ‘kâr fırsatı’ haline dönüşmüş. Pek çok özel günde olduğu gibi; sevgi yerine tüketim eğilimleri teşvik ediliyor. Sanki anneler için harcanan para, bizi ve sizi daha fazla mutlu edecekmiş gibi… Sen, hak ettiğin sevgi ve saygıyı hissetmekten mi yoksa muhtemelen pek az kullanacağın bir hediye almaktan mı mutlu olurdun, anne? Benim sana bir hediye alabilecek zamanım da olmadı zaten.
Okuryazar olduğunu hatırlıyorum. Hangi düzeyde bir okulu bitirmiş olduğunu ise bilmiyorum. Bir kursa birlikte gittiğimiz hayal meyal zihnimde beliriyor, demek ki belli bir eğitim görmüşsün. Bunu sorduğumda, bana anlatacak kimse de kalmadı etrafımda. Küçücük bir çocukken ben, birlikte sinemaya giderdik. Hatırlıyorum; film izlemeyi severdin. O zamanlar bu şehrin tahta sıralı sinemaları vardı.
Sorun, sadece senin yokluğun ve benim bundan kaynaklanan ıstırabım, sana olan özlemim değil. Bugün ülkemizdeki kadınların yüzde 20’si okuma ve yazma bilmiyor. Muhtemelen pek çoğu, senin gibi film de izlemiyor. Okuma çağına geldiği halde okula gidemeyen kız çocuklarının 8-9 milyon dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu genç insanların geleceğin anneleri olacağını öngörürsek, yeni kuşakların geleceği hakkında zihnimizde kuşku soruları oluşuyor. Annelerin sağlam ve aydınlık bir gelecek için daha fazla mücadele etmeleri gerekiyor.
Bir sonraki Anneler Günü’nü daha eşitlikçi, adil, barışçı ve güzel bir gün olarak kutlayalım, anne… Uzun zamandır ayrıyız. Uzaklardasın. Beni dinliyor musun? Sesim sana erişiyor mu? Sen beni uzaklardan da olsa duyarsın, değil mi anne?
Annenin Kalbi Çocuğun Okuludur: 10 Mayıs 2009
Anne, bir çocuğun yaşamında karşılaştığı ilk öğretmendir, vazgeçilmez değerde ilk ve temel bilgilerin alındığı okuldur. Bu okulda bu öğretmenden öğrenilen pek çok şey olur. Ama öğrenilenler arasında en önemlisi sevginin kendisi ve sevgi ilişkisidir. Bu nedenle anne, yaşamın sevgi okulunda rahle-i tedrisinden geçilmesi gereken kişidir.
İnsanın yaşamında düzenli ve sistematik eğitimin önemini görmezden gelmek mümkün değil. İnsan ilerleyen yıllarda kendisini yetiştirse de; öyle konular var ki, bunlar zamanında doğru mekânda uygun şartlarda öğrenilmediğinde daha sonra tekmil etmek mümkün olmuyor. Kanımca sevgi okulunun müfredatı da annenin öğretmenliğinde alınmadığında, eksiklerinin tamamlanması sağlanamıyor. Bu nedenle annenin kalbi –onun sevgi ve ilişki öğretmenliği- aynı zamanda çocuğun okulu olarak zorunlu eğitim haline dönüşüyor.
Eğitim – öğretim teknolojileri ne denli gelişirse gelişsin, mutlaka öğretmen kendi seçkin yerini koruyacaktır. Bir çocuk için bir sevgi öğretmeni olarak annenin yerini bundan daha vazgeçilmez buluyorum. Çocuğun yaşamında annenin okulunu ve öğretmenliğini geri çektiğimiz sürece insan olmanın güzelliğinden ve erdeminden kaybedeceklerimiz olduğu kanaatindeyim. Çünkü anneliğin değeri, canlıyı cansızdan ayırt eden en önemli farktan kaynaklanıyor.
Bir kadının öncelikle anne olma potansiyelini önemsemek gerekiyor. Onu bizatihi değerli kılan unsurların başında anne olma potansiyeli geliyor; çünkü gökyüzünün daha fazlasını bu potansiyel taşıyor.
Yaşamın en seçkin öğretmeni olan anne için efsanevi Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln şöyle diyor: “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim; annemdir.”
Ünlü Fransız yazar Andre Maurois ise yukarıda yazdıklarımı şu sözleriyle desteklemiş adeta: “Başarısızlık ve felaketlere rağmen yaşama karşı güvenlerini sonuna kadar saklayabilen iyimser insanlar, çok daha iyi bir anne tarafından büyütülmüş olanlardır.” Demek ki; sevgi konusunda yetkinliğe sahip bir annenin çocukları, diğerlerine oranla çok daha iyi şartlarda başlamış olabiliyorlar.
Bir anne için yaşı kaç olursa olsun çocukları annenin okuluna ilk başladıkları günde gibidirler. Annenin her zaman çocuğuna aktarabileceği yeni sevgi dersleri vardır. Bu nedenle annenin sevgi okulunun sürdürülebilirliği önemlidir. Anneyi erken bir zamanda herhangi bir nedenle yitirdiğinizde; onun rahle-i tedrisinden de uzaklaşmış oluyorsunuz. Anneyi yitirdiğinizde onun okulunu, onun öğretmenliğini, onun sevgi ve ilişki müfredatını da yitirmiş oluyorsunuz.
Hikâyeci Cahit Zarifoğlu günlüklerini yazdığı Yaşamak isimli çalışmasında şöyle diyor: “Ben isterim ki annem Esma’nın ölümünü daha duymamış olayım, böyle üşümeyeyim, ben isterim ki çocuk kalbimi anlayan annem olmayınca ben de olmayayım. İsterim ki annemiz olsun severkenki, gülerkenki, yemek yaparkenki annemiz.”
İşte; bir çocuk annesini yitirdiğinde böyle bir duygu dünyasını, böyle bir yaşam okulunu, böyle bir sevgi iklimini kaybediyor. Annenizin kıymetini bilin.
Anneme: 13 Mayıs 2007
Anneler Günü hakkında, senin günün hakkında duygusal olmayan bir şeyler yazmak mümkün mü? Aklıma sadece çok uzun yıllardır yokluğunun bana öğrettikleri geliyor. Bunları hatırladığımda ise içinde duygusal olmayanları seçebilmenin mümkün olmadığını görüyorum.
Yaşasaydın eğer, mutlaka sevgi için benden daha fazla zamanın olurdu. Benim çevreme verebildiğimden çok daha fazlasını paylaşabileceğinden eminim. Senin sınırsız duygusal zenginliğini paylaşamadığım için üzgünüm.
Her şey, uzun yıllar önce birbirimizi kaybetmemizden ibaret değil. Senin o sonsuz yolculuğa gidişinle paylaşma fırsatını kaybettiğimiz başka şeyler de var, anne. Biliyor musun; birlikte mücadele etme şansını da yitirdik gidişinle.
Örneğin ülkede kadınlar, sadece ‘kadın oldukları’ için zulme uğramaya devam ediyorlar. Hâlâ evinde şiddet gören kadınların haddi hesabı yok. Sadece bizim ülkemizde değil; dünyada da eşitsizlik ve zulüm kol geziyor. Kadınlar tüm işlerin üçte ikisini yaptıkları halde gelirin ancak yüzde 10’una sahip olabiliyorlar. Eğer gidişinle ayrı düşmeseydik, bu adaletsizlik karşısında birlikte mücadele edebilirdik.
Dayak, töre cinayetleri, temsilde adaletsizlik, eğitim fırsatlarını eşit kullanamama veya ailenin iş yükünü birkaç kat yaşama kadınları çepeçevre sarmış halde. İstatistikler ülkemizde kadınların yarıdan fazlasının aile içi şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Olsaydın eğer, birbirimize ayıracağımız zamanın bir bölümünü, bu eşitsizliği yok etmek için birlikte çalışarak harcayabilirdik.
Çevreme şöyle bir bakıyorum, anne. Sosyal adaletsizliklerin, ekonomik eşitsizliğin ve en önemlisi yoksulluğun en ağır sonuçlarını kadınlar yaşıyor. Cinsel istismarın ve tacizin odak noktasında kadınlar var. Ne yazık ki; bu durumu değiştirmek için verilen mücadele yeterli düzey ve içerikte değil. Kadınların hak, özgürlük ve sosyal eşitlik savaşımında bana düşeni yapmaya gayret ediyorum. Sağ olsaydın şimdi birlikte yapacaklarımız da olurdu. İki, birden iyidir, değil mi anne?
Dikkatimi çeken bir nokta var. Anneler günü, her yıl bir kez kutlanıyor. Tüm dünyada. Ama bu özel gün, sanki bir iş fırsatı haline dönüşmüş. Pek çok özel günde olduğu gibi; sevgi yerine tüketim eğilimleri teşvik ediliyor. Sanki anneler için harcanan para, bizi ve sizi daha fazla mutlu edecekmiş gibi… Sen, hak ettiğin sevgi ve saygıyı hissetmekten mi yoksa muhtemelen pek az kullanacağın bir hediye almaktan mı mutlu olurdun, anne?
Okuryazar olduğunu hatırlıyorum. Hangi düzeyde bir okulu bitirmiş olduğunu ise bilmiyorum. Bir kursa birlikte gittiğimiz hayal meyal zihnimde beliriyor, demek ki belli bir eğitim görmüşsün. Bunu sorduğumda, bana anlatacak kimse de kalmadı etrafımda. Küçücük bir çocukken ben, birlikte sinemaya giderdik. Hatırlıyorum; film izlemeyi severdin.
Bugün ülkemizdeki kadınların yüzde 20’si okuma ve yazma bilmiyor. Muhtemelen pek çoğu, senin gibi film de izlemiyor. Okuma çağına geldiği halde okula gidemeyen kız çocuklarının 8-9 milyon dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu genç insanların geleceğin anneleri olacağını öngörürsek, yeni kuşakların geleceği hakkında zihnimizde kuşku soruları oluşuyor. Annelerin sağlam ve aydınlık bir gelecek için daha fazla mücadele etmeleri gerekiyor.
Bir sonraki Anneler Günü’nü daha eşitlikçi, adil, barışçı ve güzel bir gün olarak kutlayalım, anne… Sen de uzaklardan bunu duyarsın, değil mi?
Bugün Anneler Günü: 14 Mayıs 2006
Bugün Anneler Günü. Bu önemli günün medyatik vitrininde her zaman olduğu gibi, gülümseyen anneler yer alacak. Sevdikleri, ailenin o değerli varlığına hediyeler ve çiçekler sunacaklar. Bunları yapamayanlar, ya sevgili annelerine sarılıp bir içten öpücük konduracaklar yanaktan, ya da telefona sarılıp sevecen cümlelerle hâl hatır soracaklar. Bu dünyadan sonsuzluğa göçmüş olanlar için ise, içler acıyla ve gözler yaşla dolacak; huzur duaları onların ardından o dönülmez yolculuğa gönderilecek.
Ama bazı anneler var ki; onlar için dün ile bugünün, bugün ile yarının fazla farkı olmayacak. Onlar, ailelerinin en çok şiddete maruz kalan bireyleri olarak bugünü de ağır zulüm koşullarında geçirecekler. Onlar için günün bir an önce bitmesi, kendilerine uygulanan zulmün de bir an önce bitmesi anlamına gelecek. Evet, tahmin ettiğiniz gibi; kadına uygulanan şiddetten, aile içi terörden söz ediyorum.
Kadına şiddet uygulama yaklaşımı, öğrenilen bir davranış biçimidir. Öğrenildiği yer ise çoğunlukla ailedir. Çocukluk ve gençlik dönemlerini, kadına şiddet uygulanan ailelerde geçiren bireylerin (özellikle erkek bireylerin), kendilerinin sonraki yaşamlarında şiddete eğilimli oldukları gözlenmiştir. Ergenlik dönemi sonrasında bu tür ailelerin erkek bireylerinin; kız kardeşlerine, (eşi ölmüş veya eşinden boşanmış olan) annelerine, kendi eşlerine, nişanlılarına veya yakın kadın akrabalarına şiddet uyguladıkları istatistiksel olarak bilinmektedir. Bu davranış, genelde erkek olmanın doğal bir uzantısı olarak kabul edilmekte ve yapılan eylemin bir insanlık suçu (insan hakkı ihlali) olduğunun ayırdına varılmamaktadır.
Kadına uygulanan şiddet ile ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlar, her ne kadar şiddetin önlenmesi konusunda nihai başarıya ulaşılmasına neden olmamışsa da, bazı gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Örneğin yaşanılan mekâna göç ile gelmiş olan ailelerde, kadına yönelik şiddetin daha yaygın olduğu gözlenmiştir. Şiddet ile birlikte gözlenen bir diğer sosyal olgu, işsizliktir. İşsizliğe bağlı ekonomik sorunlar, aile içindeki gerginlikleri artırmakta ve sonuçta gerilen ortam, kadının dayak yemesi ile sonuçlanmaktadır.
Aile içi şiddet ile birlikte gözlenen bir diğer olgu, kalabalık aile gerçeğidir. Nüfusun, ortalamanın üzerinde olduğu ailelerde bireyler arası sorunların şiddet yoluyla çözülmesi, sık gözlenen bir durumdur. Bu çerçevede kadın da kendine düşen acılı payı almaktadır. Yine erken yaşta yapılan evlilikler, bireylerin bedensel ve ruhsal yapılarındaki yeterli gelişmenin olmaması nedeniyle, kadına yönelen şiddetin bir başka nedeni olarak gözlenmiştir. Kadının boşanma talebi ise şiddet kaynaklarından bir diğeri olarak ortaya çıkmaktadır.
Özelde annelerin, genelde kadınların önemi ve değeri konusunda mangalda kül bırakmayanımız çoktur. Ama şiddete maruz kalan kadınların karşılaştıkları zorlukların başında, yardım alabilecekleri kişi ve kuruluşlara ulaşmadaki engeller gelmektedir. Geleneksel kültür nedeniyle dayak yiyen kadın, karakola giderek şikâyette bulunmaktan çekinmektedir. Babasının evine veya karakola gittiğinde; karşısına “Kocandır / eşindir döver”, “Evlilikte olur böyle şeyler” türünde yaklaşımlar çıkmaktadır. Aile içinde şiddetin önlenmesi ve mağdur kadınların destek ve koruma altına alınabilmesi için kurumsal yaklaşımlara ihtiyaç vardır.
Sözün kısası; bugün Anneler Günü. Annemize olan sevgimizi ve saygımızı hatırlayıp (ticari emellere kurban olmadan) bunu ona bir kez daha gösterebileceğimiz bir fırsat... Aynı zamanda kadına, anneye uygulanan şiddetin çözülmesi gereken bir sosyal sorun olarak karşımızda durduğunu hatırlamanın da bir fırsatı...
Annemin Günü İçin: 8 Mayıs 2005
Ben, annemi henüz ilkokul için bile çok küçük olduğum çocukluk yıllarımda yitirdim. Bu nedenle benim için annem bir hayal, adeta imi timi bellisiz bir varlıktır. Abartmak gibi olmasın; gerçekten var mıydı, yaşamış mıydı; bazen ondan bile emin olamam.
Ama kesin olan birkaç gerçek var. Birincisi; bir çocuk için annesi çok önemlidir. İkincisi; bir anneyi yitirmenin acısını bir çocuktan daha yoğun hiç kimse duyamaz. Bunlardan eminim.
Bir üçüncü de var. Neredeyse çocukluğumun ve gençliğimin erken yıllarında daima anneler gününden nefret ettim. O gün geldiğinde kendimi daima eksikli hissederdim. İçimi bir acılı karanlık basardı. Hele o, anneler günü kutlama törenleri yok mu? Belki de kutlama törenlerinden tat almayışımın altında geçmişten gelen bu ruh halim var.
Adını söylemeyeceğim. Sağ mıdır, nerededir; bilmiyorum. (Benim insanlarım hiç ölmezler.) Eskişehir Maarif Koleji’ndeki sevdiğim, özel değer ve anlam verdiğim öğretmenlerimden birisiydi. Yaşadığım sürece anılarımda o özel haliyle kalacak. Edebiyat ve kompozisyon dersleri öğretmenimdi. Aynı zamanda da müdür yardımcısı ve edebiyat kolu gözetmen öğretmeniydi. Ben de edebiyat kolunda çalışan, okumaya ve yazmaya meraklı öğrencilerden birisiydim.
Sözü uzatmayayım. Yukarıda sözünü ettiğim kompozisyon öğretmenim ödev olarak “anneler günü” konusunda bir kompozisyon ödevi yazmamızı istemişti. Tabii ki ilk düşüncem, yine bir derin ve yoğun acı yaşayacağım oldu. Yazdığım her sözcükte anne sevgisinden uzaklarda kalmanın ezikliğini ve yalnızlığını yaşayacaktım.
Kompozisyonu yazmak için masa başına oturduğumda, ilginç bir ruh hali değişikliğim oldu. Bir anda içimde ne varsa sınırsız ve kısıtsızca yazıverdim. Yıllar yılı denetim ve baskı altında tuttuğum kalbim ve beynim patlamıştı adeta. Bir çocuğun annesizliğinin, sevgi arayan çığlıklarının beni sürüklediği, ruhumun bütün karanlık ve bilinmeyen dehlizlerine girdim, çıktım ve yazdım. Bitirdiğimde bir savaş sonrası görüntüsü vardı. Bu, bana bir yorgunluk ile birlikte rahatlama duygusu verdi. Bir iki gün içinde de (öğrenciliğin hay huyu içinde) bu olayı unuttum.
Sonraki günlerden birinde yanıma koşarak gelen bir arkadaşım bana edebiyat ve kompozisyon öğretmenimiz olan müdür yardımcısının beni çağırdığını söyledi. Edebiyat kolu ile ilgili bir konu olabileceği düşüncesi ile odasına yöneldim.
Kapıyı açıp içeriye girdiğimde yaşadığım anı unutmam mümkün değil. Yaşamımda beynime bir fotoğrafın çakıldığı nadir anlardan birisidir. Ağlamaktan gözleri şişmiş, kızarmış ve hala gözlerinden yaşlar süzülmekte olan bir insan. “Beni istemişsiniz” dedim. Elindeki kâğıdı işaret ederek (ki bu kâğıt, benim anneler günü ödevi olarak yazdığım kompozisyondu), zorlukla “Bunu sen mi yazdın?” diye sorabildi. “Evet” dedim. “Peki, çıkabilirsin” diyebildi. Çıktım. Nedense kendimi utanmış hissetmiştim. Belki de kendi acımla bir başka insanın içini acıtmanın yüz kızarmasıydı bu.
Bu olayı çok az insana anlattım. İlk kez yazıyorum. Her hatırladığımda da sanki yeniden yaşıyormuşum gibi duygularım yoğunlaşır, içimi yakar. Ama bu olay nedeniyle bir küçük çocuğun kalbinde ne türden, nice yoğunlukta bir sevgisizlik zehri birikip damıtıldığını fark ettim. İçimdeki zehir, sözcüklerden can bulup öğretmenimi bile derinden etkilemişti. Belki onun kimi anılarıyla çakışmıştı. Bu çakışma, ruhundan ve gözlerinden sel olup akmıştı.
Bir anne, değerli ve önemlidir. Bir annenin çocuğuna olan sevgisinin anlamını sorgulamaya bile gerek yoktur. Ama bir küçük çocuğun annesine olan sevgisinden daha büyüğü olamaz. Bence sevgi onunla başlar, onunla büyür.
Bu özel konuyu neden yazdım? Birincisi; bir hesaplaşma olsun istedim. Sürekli beynimizi didikleyen bir sorunla açıkça hesaplaşmak, ondan kurtulmak için iyi bir yoldur, diye düşünüyorum. İkincisi; sevgi ihtiyacının sıkı bir hatırlatması olsun istedim. Günün koşuşturması arasında yaşama ve çevremize verdiğimiz özel bir anlam olan sevgiyi sıklıkla unuttuğumuzu fark edelim istedim. Unutmayın ki; yaşam, sevgi ile değer kazanıyor.
Gürcan Banger
Comments