top of page

Kendini Değiştirme Gücü

  • Yazarın fotoğrafı: Gürcan Banger
    Gürcan Banger
  • 30 Nis 2020
  • 6 dakikada okunur

Yaşama ‘ben’ olarak başlıyoruz. Her adımda kendimizi beceri ve yetenek olarak geliştiriyoruz. Ama bu süresi belirsiz yolculukta kendi başımıza değiliz. Yaşama ilişkilerle bağlanıyoruz. Önce aile ile başlayan ilişkiler manzumesi daha sonra arkadaşlar, meslektaşlar, tanışlar ve özel insanlarla devam ediyor. Tesadüfi veya zorunlu nedenlerle oluşan okul, iş, eğlence alanlarında oluşturup paylaştığımız ilişkiler var. Bu ilişkilerde düşünceleri ve duyguları paylaşıyor ve eylemlerde işbirliği yapıyoruz. İlişkilerimizi oluşturan demet içinde bir tanesi var ki, onu duygusal yönden ayırt edip daha anlamlı bulmamız ile öne çıkarıyoruz. Özel bir insanla böyle bir duygusal ilişki daha uzun ve derin birlikteliğe doğru yelken açabiliyor.

Bir duygusal ilişkide bulunduğumuz insana sunabileceğimiz en değerli armağanların başında, kendimizi geliştirip değiştirebilme gücü gelir. Bir sevgi ve bağlılık ilişkisinde yer alan taraflar kendilerini değiştirebilme becerisine sahip olduklarında, duygusal ilişkinin de uzun soluklu yaşayacak yeni beslenme noktaları bulması olağandır. İçe kapanarak, değişime yüz dönerek, kendi karakter özelliklerini karşıya dayatarak bir ilişkinin sağlıklı, uzun ömürlü ve keyifli olması mümkün değil.

Sevgiyi yaşamak isteyen olmamız, gelişmeye ve değişmeye hazır ve istekli –bu yönde iyi niyetli olmamız– anlamına gelir. Gelişmeye ve değişime hazır olmak bir sevgi ilişkisinin de bir yaşam okulu olduğunu ima ediyor. Gerçek sevgi ilişkisi kişiyi değiştirir, geliştirir ve dönüştürür; bu olmuyorsa ilişkinin saygı, hoşgörü ve empati ile donanmış bir sevgi odağı üzerine kurulmuş olduğundan kuşku duymak lazım.

Bir Sade Yolculuk

Sadelik açısından bakarsak yaşam, basit bir yolculuğa benzer. Anlamlandırarak onu daha farklı hale getiriyoruz. Ama bazen aradığımız anlam, aşırı fiziksel beklentilere bağımlı kalıyor. Hâlbuki yaşamın güzel olması için eksiksiz olması gerekmiyor. Hayatın yaşla ve kısa erimli hazla değil, derinlemesine yaşamakla ilgili olduğunu gözden kaçırıyoruz.

Yaşamın her anında sınavlar var. Bunların bazılarında daha başarılı, kimilerinde ise başarısız olabiliyoruz. Başarı ve başarısızlık insanlar için. Yaşamın lezzeti, doğru yapılanlar kadar hatalardan da oluşuyor. Hataları olan bir yaşamın, atalet içinde ve tek bir dikili ağacı olmadan –maddi ya da manevi her ne ise o ağaç– geçirilen içi boş bir ömürden daha kötü olduğunu kim söyleyebilir?

Ünlü bir siyaset adamı, yaşamı bir bisiklete benzetiyor. Düşmemek için pedal çevirmeye devam etmemiz gerektiğine işaret ediyor. Yaşamın pedalını çevirmeye devam etmek, doğruların yanında yanlışlar yapılabileceğimize ikna olmak anlamına gelir. Her an daha kaliteli hale gelecek bir yaşam için yanlışlar ve başarısızlıklar kadar doğrular ve başarılar da ders niteliğine sahiptir. Çünkü yaşam, komediden trajediye kadar değişen farklı yönleriyle iyi öğreten bir kitaptır.

Eksilen Nefes

Yaşam kalitesini zamana, zamanın uzunluğuna veya kısalığına bağlamamak uygun olur. Çünkü iyi bir yaşam, uzun bir yaşamla eşdeğer değil. Çünkü her yaşamın kendisi, bir sonsuzlukla çevrili… Bizi saran sonsuz gizemin ruhunu yakalayabildiğimizde, yaşamın farklılığına yaklaşmış oluyoruz. İşte; bu nedenle yaşamın anlamı, yaşadığımız andadır. Her an, kendi anlamını kendi içinde taşıyor. Ne yazık ki, yaşamı anlamlandıranın kendimiz olduğunu hayli geç fark ediyoruz. Yaşamımızın unsurlarını anlamlandıranın kendimiz olduğunu fark edersek, o zaman yaşamımızın her biri bir anlam sonsuzluğu olan şimdilerden meydana geldiğini kavrayabiliriz. Bir anı kaçırmak, bir anlam sonsuzluğunu yitirmeye benzer. Yaşamın her anını yaşamak için ise zamanı yapay olarak hızlandırmaya çalışmamak gerekli.

Mevlana Celâleddin Rumi, kendi deneyim ölçeğinde yaşamın sırrı kabul ettiği bilgeliğe yaklaşmış bir derin anlamlar manzumesidir. Mevlana’nın yaşamın değerini sufi bilgeliği ile dile getiren, ‘kaçınılmaz biçimde eksilen nefese dair’ birkaç cümlesini hatırlayalım: “Kâh cüzdanını, keseni para ile doldurmak kaygısı ile kâh iyi yemek içmek endişesi ile bu aziz ömür geçip gitmekte, sayı ile verilen her nefes de eksilmekte.” Zaman bir avuç kum gibidir. Kaybetmemek için sıktıkça elinden daha çok kayar gider. Sıkmadığında ise tek tek taneleri rüzgâr savurur. Onu koruyup kollamanın, geliştirmenin sağlıklı yolları için emek vermek gerekir. Zamanı sevgi ile anlamlandırarak yaşamak lazım.

Olumsuzluk Karşısında Tek Başına

Kendinizi bunalmış, yılgın, velhasıl depresif hissediyorsanız bunu suçunu hemen yüklenmeyin. İyi zamanlar, kötü zamanlar var. Evrende tek başımıza değiliz; pek çok faktör bizi etkiliyor. Ama öyle anlar olur ki; zaman ve mekân ağırlaşır, hava insanı boğar gibi yoğunlaşır. İnsan bir yardım eli arar, ama çevresi hasetle ve düşmanlıkla çevrilmiş gibidir. Eleştirinin, karalamanın ve suçlamanın haddi hesabı yoktur. Kişi kendini ‘hedefteki düşman’ olarak hissetmeye başlar. Böyle bir ana direnmek zordur. Bu tür zor bir ortamda soğukkanlı kalıp bilinçli olmayı sürdürmek her insanın başarabilmesi kolay değildir. Ahlaki değerlerinden ve yaşam biçiminden taviz vermeden zorlukla mücadele etmek bir olgunluk işaretidir. Ağır koşullarda yoğun saldırı altında bile ağırbaşlılığını yitirmeden başını dik tutabilmek özenilmesi gereken bir niteliktir.

Ortada bir hata, bir kabahat veya suç vardır –belki de sadece var olduğunu kabul etmişizdir. Yapanı belli değildir. Ama olaya müdahil olmadınız veya herhangi bir hatalı tutum ya da davranışınız olmadığını düşündüğünüz halde kafalardaki kuşkunun ‘ideal aday olarak’ size yönelmiş olduğunu hissedersiniz. Kendiniz dışında herkesin bu yanlış durum karşısında kurban etmek istediği sizsinizdir. Böyle bir durumda insanın kendine olan güvenini yitirmemesi önemlidir. Kişi öncelikle kendinden kuşku duymamalıdır. Siz kendinizden kuşku duyuyor musunuz? Yaşamında bilgi birikimi ve deneyimiyle olgunluğu yakalayabilmiş insan, bu tür bir kuşku cehenneminde olanı biteni hoşgörü ile karşılayıp sabır ve azimle yoluna devam etmeyi başarır.

Sorunlarımız

Hepimizin kendi yaşamıyla ilgili sorunları var. Bu, son derece olağan bir durum… Ama bazılarımız bu sorunların çözümünü bir işaret kolaylığında bulmak ister. Masalların altın kalpli perisinin sihirli değneği ile işaret ettiği gibi ortalığın bir anda güllük gülistanlık olmasını diler. Ama bazı sorunların çözümü sabrı gerektirir. Doğru zamanı ve doğru mekânı sabırla beklemek, arzulanan çözümün elde edilmesine anahtar rolü oynayabilir. Bir sorun karşısında doğru çözümü bilmek yeterli değildir. Doğru çözümü doğru zamanda, doğru mekânda ve doğru biçimde fiiliyata geçirebilmek gerekir.

İnsanlar vardır; bir saldırıya uğradığında köşeye sıkışmış bir vahşi hayvan gibi davranmayı tercih ederler. Karalamaya uğradıklarında kendilerini savunmak için başkalarını karalamayı tercih ederler. Yalana yalanla cevap verirler. Suçlamaya suçlama ile karşılık vermeye çalışırlar. Kin tutana karşı kin tutmayı yeğlerler. Hâlbuki insanın kendi yaşam odağına öncelikle hoşgörüyü, saygıyı, başta doğruluk olmak üzere ahlaki değerleri ve en önemlisi sevgiyi koyması gerekir. Olgunluk düzeyini yakalamış kişi, kötülüğü bağnaz bir kötülük anlayışı ile cevaplamaya çalışmaz.

Her Deney Bir Seçiştir

İnsan hayal kurar. Yaratıcılığın, yeniliğin ve değişimin ana unsurudur hayal kurmak… Ama gerçekler karşısında hayaller içinde yaşamamak gerekir. Sorunlara çözüm üretmek için hayallere, hatta çılgın hayallere ihtiyaç olduğumu zamanlar vardır. Ama çözüm için hayal kurmak, insanı uyuşturan bir hayalciliğe dönüşürse beklenen sonuç bir masalın sonundan daha fazla gerçekçi olmaz. Vizyon niteliği taşımayan hayallere köle olmamalı. Hayaller yaşamın itici gücü olabilir ama bu gücü yönetip denetleyebiliyorsanız…

Hayallerin insanı teslim aldığı en seçkin zamanlar kişinin kendi başına olduğu anlardır. Böyle zamanlarda hayaller büyür ve insanın bedenini ele geçirir, kişiyi yönetmeye başlar. Hayalin bu kolaycılığına ve yanılsama yaratan yalancı lezzetine kanmamak gerekir. Sözün kısası; başkalarının desteğini ve katkısını aldığınız zamanlarda yaşam daha kolaydır. İyi zamanlarda yükselen sular –pek çok başka insanı olduğu gibi– sizi de kaldırır. Her deney bir seçiştir. Olgun insan, tek başına kaldığı zor zamanlarda kendini sınamış ve deneyim sınavlarını kendi seçimleri ile geçmiş kişidir.

Kendimin Farkında Olmak

Aynasız bir yaşam çok zor… Ama yaşamın aynasında insanın kendisini görebilmesi hiç kolay değil. Ezberlerimiz, alışkanlıklarımız, sıradanlıklarımız, korkularımız, kolaycılığımız ve düşük mücadele performansımız zamanla öylesine sarıveriyor ki bizi; onları aşıp kendimizin ve çevremizin farkına varmak hiç kolay olmuyor. Derken bir gün bir işaret alıyoruz. Bazen bir dosttan, kimi zaman bir rakipten veya tümüyle bir tesadüfi karşılaşmadan geliyor bu işaret. Bazen sıradan bir konuşma içinde bir ifade dikkatimizi çekiveriyor. O ana kadar görmeyen gözlerimiz açılıyor, yaşamın aynasını fark ediveriyoruz. Yaşamın aynasına bu denli yakın olduğumuzu o an görüyoruz. Bizi uyaran o işarete kadar neden fark edemediğimize hayret ediyoruz.

Yaşamın o –kimi zaman acımasız– aynasında kendi ruhumuzu, davranış modelimizi tüm çıplaklığıyla görüvermek de çok şaşırtıcı. Kendimizi aynanın karşısında her buluşumuzda dudaklarımızdan dökülen “Bu ben miyim?” sözcükleri bir çığlığa dönüşüverir. “Bu, ben miyim?” sorusu ile başlayan uyanışın ilk türü, kendimizi başkalarının kurallarına göre ne denli fazla düzenlediğimizi fark edişimizdir. Kendimizinkini yaşamak yerine başkalarının yaşamına payanda olduğumuzu fark etmek, kendini sorgulamanın birinci aşamasıdır. Kimi zaman bu durum, başkalarının kuralları ile yaşamak biçiminde ortaya çıkar. Böyle bir durumda yaşamımızı yöneten hep başkalarıdır. Asla seçimlerimiz olamaz. Sadece kurallar ve korkular vardır. Yaşamın aynasında da kimi zaman ürkmüş, çoğu zaman sevincini yitirmiş bir insanın yüzü vardır. Aynada yalnız “sen” vardır; “ben”, cesaret edip aynada görüntü veremez. Bir ikinci biçim daha var. Bu durumda aynada yalnız kendinizi görürsünüz. Yaşamın aynasındaki yansınız o denli büyümüştür ki, ayna yüzeyinin başka insanları görüntülemesine izin vermez. Bir başka deyişle; aynada ‘ben’den başkasına yer yoktur.

Gerçekten bize ait olan tek şey kendi yaşamımız. Yaptığımız ve yapmadığımız her şey, öncelikle ve doğrudan kendimizi etkiliyor. Bu yaşamı kullanarak kendimize ve çevremize anlamlar veriyor ve değerler katıyoruz. Başka insanlar da kendileri ile ilgili olarak aynı işlevleri yerine getiriyorlar. Anlaşılıyor ki yaşam, bir anlam ve değerler alışverişi. Başka insanları anlamlandırırsak yaşamımızı zenginleştiriyor, karşılığında anlamlar ediniyoruz. Değer verip değer alıyoruz. Böyle olduğunda da sen veya ben olmaktan kurtulup biz olmaya başlıyoruz. Sen veya ben olmakta ısrar etmek, anlamları ve değerleri kendimize saklamak demek… Aynı zamanda bize verilecek anlam ve değerlere kapımızı kapatmak demek…

Evreni ve yaşamı anlamlandırıyoruz. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz bu anlamlandırmanın sonuçları olarak ortaya çıkıyor. Hiç kuşkusuz; yaşamımızda bize bağlı olan veya olmayan unsurlar var. Çok istiyoruz diye yarın güneş batıdan doğmaz. Ama bu beklenti içinde olur ve gerçekleşmediğinde de kendimizi olumsuzluklara sürüklersek yaşamı anlamlandırmada ciddi yanlışlar yapıyoruz demektir.

Önce bizim dışımızdaki yaşamın varlığına, kendi akışına ve onun kendisini seçişine saygılı olmayı kendimize öğretebilmeliyiz. Bireyler olarak çevremizi etkileyebilecek özellik ve davranışlarımız olabilir, ama bizim sübjektif beklentilerimiz dışında gelişen pek çok olay ve durum olduğu da bir gerçek. Bu, yaşamın doğal bir parçası…

Yaşamın olumsuzluklarını sükûnetle karşılayabilmek bir olgunluk göstergesi... Çünkü yaşamda olup biten karşısında ne hissettiğimiz, doğrudan doğruya bize bağlı. Zor durumları, güç koşulları cesaretle ve dayanma güdüsüyle karşılamak olgunlaşmış bir karakterin özelliği. Üstün nitelikleri olan bir kişiliğe ulaşmak hiç de kolay değil. Kişiliğin doğru ölçülmesinin yollarından birisi, kişinin zor veya beklemediği koşullarda nasıl davrandığını incelemektir. En ağır koşullarda bile o zor durumu sakinlik, uyumluluk ve yumuşaklıkla karşılayan bir ruh, olgunluk yolunda önemli adımlar atmış demektir.

Yaşamın karşısında nasıl davranırsan o da aynı davranışı sana karşı yapıyor. Yaşama karamsar yaklaştığında olumsuzluklar buluyorsun. Yaşama cesaretle pozitif yaklaştığında her şey renklenip zenginleşiyor. Karanlık karanlığa, aydınlık aydınlığa dönüşüyor. Yaşama ne verirsen onu alıyorsun. İstersen buna kendi varoluşunu seçmek diyebilirsin.

Gürcan Banger

Comments


Post: Blog2_Post

Subscribe Form

Thanks for submitting!

©2020, Duygu Güncesi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page