Gelecek ve Mutluluk
- Gürcan Banger
- 30 Nis 2020
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 May 2020

Evren belki de asla tamamını öğrenemeyeceğimiz kadar büyük; insan da bu bilinmeyen içinde –en azından şimdilik– bir kara delik olmaya devam ediyor. Bir yandan evreni, diğer yandan insanı tanımaya, öğrenmeye çalışıyoruz. İnsan çok faktörlü, farklı yönleri olan bir canlı türünü temsil ediyor. Bazen öyle olaylara tanık oluyoruz ki; insanın karakterinin en az sosyal kültür kadar genetik özelliklerle belirlendiğine işaret ediyor.
İnsanın karakterinin oluşumu konusunda yapılan araştırmalar, bedenin anne rahminde oluşması ile biçimlenmeye başladığını ifade ediyor. Bu oluşumda bebeklik ve çocukluk süreçlerinin de önemli ve kalıcı etkileri var. İlerleyen yıllarda yaşanan olumlu ve olumsuz olaylar insan karakterini bir özellikler dizisine dönüştürüyor; aralarında bazıları olumsuz olabilen kalıcı karakter özellikleri yaratıyor. Daha sonra farkındalıkla ve bilinçle veya destek alarak insanın ruhsal yapısında değişimler sağlanması kısmen mümkün olabiliyor. Olumlu olmak, kolay olmasa da, her yaş ve deneyim döneminde öğrenilebilir bir nitelik…
Farklı Bakabilmek
Olaylara ve kişilere farklı açılardan bakabilmeyi başarmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu, öncelikle niyetle, iyi niyetle ilgili bir şey… Korkularımız, alışkanlıklarımız ve kolaycılıklarımız genelde bizi sabit bir yaşam anlayışına kilitlerler. Olumlu veya olumsuz; yaşadığımız olaylara, deneyimlere birer ders olarak bakıp onlardan yaşam düsturları çıkarmayı denemek, bize farklı bakabilme yeteneğini kazandırır. Böylece yaşama karşı daha bilinçli biçimde zihnimizi olumlu yönde kurgulayabiliriz.
İnsan, yalnız çevresiyle iletişim kurmaz. Özellikle yalnız kaldığında, kendiyle iç konuşmalar yapmayanımız yok gibidir. Bu iç iletişim anlarında o gün gelişen olayları, çözmemiz gereken sorunları zihnimizde gözden geçiririz. İç konuşmada önemli olan, bu iletişimden olumluluklar üretip kendimizi sağlıklı bir yola sevk edebilmektedir. Kendimizle olan bitmez tükenmez, dağınık ve negatif iletişimi dışlayıp sağlıklı iç konuşmalar yapabildiğimizde bunun yaşamımızın her anına ve noktasına olumlu yansıdığını neşeyle gözlemleriz. Doğru iç konuşmalar, zihinsel ve duygusal sorunlardan kurtulmamızı sağlar.
Değişim
Değişim ciddi bir süreçtir. İnsanın kendi değişimi için zaman ayırması gerekir. Bu seçimin bilinçli olarak yapılması bize sorun çözme işlerinde deneyim kazandırır. Örneğin her sabah o günü nasıl daha olumlu kılabileceğiniz üzerinde birkaç dakika düşünüp akıl yürütmenin yararlarını tüm günü keyifle geçirerek yaşayabilirsiniz. Hiç kuşkusuz, farklı bakış açısından bunun aksi de doğrudur; olumsuz kurgularla başlayan bir gün muhtemelen sevimsiz olaylara gebe olabilecektir. Olumsuz bakış, negatif sonuçlar getirir. Sabah saatlerinde o günü olumlu yaşamaya hazırlanmak için ayrılan bir dakika, size neşeli, enerjili, eğlenceli ve başarılı bir tam gün olarak döner.
Her birimizin alışılmış davranışları var. Öyle ki, çoğu zaman bir durum karşısında ezberlenmiş gibi tepki veririz. Hatta bu, bizim için bir davranış modeli haline gelmiştir. Bu modeli değiştirmek üzere önce onu fark etmemiz, sonra sorgulamamız, uzunca bir süredir çözemediğimiz sorun ve sıkıntıların aşılması için bir başlangıç noktası olabilir. Bunu başlatmak için alışılmış düşünme ve davranma şeklimizi gözden geçirmek amacıyla birkaç dakika ayırabiliriz. Örneğin artık kendimizi, her zaman yaptığımız gibi olumsuzlukla eleştirerek, beğenmeyerek ve kötüleyerek değil, belki biraz şımartarak, kendimize biraz pozitif imtiyaz tanımayı deneyerek başlayabiliriz. İnsan, abartmamak koşuluyla, kendisini sevmeli ve kendisi için bir şeyler yapmalıdır.
Yaşamımızı çekilmez kılan unsurlar arasında geçmişte yaşadıklarımızla ilgili pişmanlıklar önemli bir yer tutar. Çoğu durumda bu olumsuzluklara ah vah etmekten bugünü yaşamayı başaramayız. Bugünü yitirmek ise ardından yarını da kaybetmek anlamına gelebilir. En kısa sürede geçmişteki pişmanlıklar ile hesaplaşmamızı bitirip bugünü yaşamaya ve olumlu olmasını dilediğimiz bir geleceğe hazırlanmaya başlamalıyız. Geçmişi değiştiremezsin; ama geleceğin senin zihninde ve ellerinde olma ihtimali hâlâ var.
Mutluluğu Ölçmek
Bilimsel araştırmanın nicel ve nitel olmak üzere iki temel türü var. Nicel araştırma sayı, kg, metre, saat vb. gibi konuya uygun birimler cinsinden ölçme yaklaşımı üzerine kurgulanmış. Nicel gözlem, ölçmeye dayanarak yapılan ve sonucu sayısal olarak belirtilen nesnel bilimsel veri toplama işidir. Ölçme sonucunda elde edilen verilerle modeller kurulabilir; karşılaştırmalar ve oranlamalar yapabilir; tablolar düzenlenebilir ve sayısal tabanlı grafikler çizilebilir. Nicel sonuçlar, daha önce belirlenmiş ve kabul edilmiş standartlara dayandığından kişilere göre değişmez.
Nitel araştırma ise ölçme yaklaşımını kullanmaz. ‘Güzel, sıcak, büyük’ vb. gibi tespitlerini duyu organlarına dayandırır. Duyu temelli olduğu için ‘bulgular’ kişilere göre değişebilir.
Bir araştırma açısından nitel ve nicel yaklaşım birbirini dışlamaz. Kimi zaman biri, bazı durumlarda ikisi birden kullanılabilir. Bu konudaki seçim; araştırılan konunun özellikleri, araştırmanın yaklaşımı ve araştırmacının tercihleri ile yapılır. Bazı durumlarda ise içinde yer alınan bilim veya disiplin dalı araştırma yaklaşımının belirlenmesinde etkili olur. Örneğin mutluluk gibi bir konuyu psikoloji, felsefe, biyoloji, antropoloji ya da sanat birbirinden farklı yaklaşımlarla ele alabilirler.
Zor Kavramlar
Mutluluk gibi çok tartışılmış bir kavram konusunda TDK Sözlüğünden yardım istediğimizde şöyle bir tanımlama ile karşılaşıyoruz: “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut, ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik”. Bir başka tanıma baktığımda, mutluluğun zihinsel duygusal olarak iyi olma durumu olarak tanımladığını görüyorum. Bu durumun dışavurumu olarak olumlu veya hoş duyguların memnuniyetten coşkulu neşeye kadar değişebilen çeşitliliği gösteriliyor.
Kişilerin mutluluğundan söz ederken “mutlu”, “daha mutlu” veya “çok mutlu” gibi nitel betimlemeler kullanıyoruz. Ama bu tespitler yukarıda da söz edildiği gibi kişiye göre değişebilen nitelemelerdir. Bir referansa veya standarda dayalı olmadığından, kişinin iki farklı zamandaki mutluluk düzeylerini veya iki farklı kişinin mutluluk karşılaştırmasını yapmak mümkün olmaz. Sadece az ya da çok gibi belirsiz nitelemeler yapabiliriz.
Diğer yandan mutluluğu bir ‘durum’ olarak tanımlıyorsak, bu durumu ölçülebilirlik temelinde belirleyen değişkenler ve / veya ortaya koyan göstergeler olmalıdır. Sistem Teorisi’nden kaynaklandığı biçimiyle bu değişkenler ve göstergeler bir durumla bir başkasını karşılaştırmamızı sağlar. Öyleyse; hangi nicel değişken veya göstergeleri kullanarak mutluluğu ölçebiliriz? Hangi bilim veya disiplin dalında bu amaca yönelik yöntem, teknik veya araçlar geliştirilmiş?
Psikoloji ve Felsefe
Mutluluk tartışmasının bağlamını Antik Çağlarda felsefe belirledi. Daha sonra psikolojinin felsefeden ayrılması ile birlikte mutluluğu tartışan iki ayrı ana alan oluştu. 20’inci yüzyılla birlikte psikolojinin yaklaşımlarından yararlanan –iktisat, pazarlama, iletişim gibi– başka disiplinler de mutluluk gündeminin içinde yer aldılar.
Psikolojinin mutluluğu belirleme yaklaşımlarının temelinde mutluluk testleri ile yapılan ölçümler yer alıyor. Ruh halini mutluluğa yönlendirdikleri düşünülen olumlu etkiler, nicel esaslı testlerle tespite çalışılıyor. Bu ‘olumlu etkilerin’ altını deşelediğimizde ise mutluluk yerine büyük oranda ‘hazzın’ ölçülmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu da psikolojinin bulgularının neden iktisat, pazarlama ve pazarlama iletişimi tarafından kullanıldığını gösteriyor. Tüketim toplumu temel dayanaklarını bu ‘ölçülmeye çalışılan sayısal’ haz tespitlerinde buluyor. Mutluluk haz türlerinin toplamı mıdır? Bu konuda yapılan araştırmalar bunu doğrulamıyor.
Felsefe ise mutluluk kavramına insan, yaşam ve gelişim üçlemesi ile daha farklı bakıyor. Mutluluk, anlık hazların toplamından daha büyük bir ‘şey’ olmalı. Psikoloji bize neyin kendimizi ‘iyi’ hissetmemizi sağladığına dair ipuçları verirken, felsefe sürdürülebilir bir mutlu yaşamı tartışmaya ve betimlemeye gayret ediyor. Bilimsel gelişmelerle birlikte yaşamın pek çok alanını terk eden felsefe, mutluluk konusunda her zaman bizimle birlikte olacak. Olmalı.
Farklılıklar, Karşıtlıklar
Eğer bir kavram konusunda çok farklı yaklaşımlar varsa, bu kavramı çerçeveleyen düşünsel alanda çok sayıda karşıtlık olması olağan karşılanmalıdır. Üzerinde tam ve açık olarak anlaşılmamış kavramlar üzerinden kurulan bir kavramın sağlam ve paylaşılır olması beklenmez. Benzer nedenlerle mutluluk tanımları da birbirleriyle kıyaslandığında farklılıklar ve / veya karşıtlıklar sergilerler.
Özetlediğim sorunların bir kısmını, mutluluğu eylem düzeyine indirgediğimizde gözlemek daha kolaydır. Her çözüm yeni sorunlara gebedir. Bu bağlamda mutluluğu yakalamak için yapılan girişimcilerin yeni zorluklara, sıkıntılara ve sorunlara yol açıyor olması şaşırtıcı değildir. Sanki mutluluk, onu yakalamak için verdiğimiz uğraşa orantılı biçimde bizden kaçıyor gibi görünür. Ama gene de –insan olmanın bir ‘gereği’ olarak– onu kovalamaktan vazgeçmeyiz.
Bir başka konu, mutluluğun kalıcı ve sürekli olmamasıdır. Onu yakalamak için ne denli çaba ve kaynak tüketsek de, ‘istediğimizi’ elde ettikten bir süre sonra ‘eski’ eksikli duruma geri döneriz.
Belki de mutluluk diye hedeflediğimiz durum, sadece bizim yarattığımız bir ‘fanteziden’, hayalden veya ‘senaryodan’ ibarettir. Aradığımız şey, gerçek dünyada olmayan, olmamış ve olmayacaktır. Mevcut durumumuzu doğru tespit edip niteleyemediğimiz için bizi bir ‘masal dünyasına’ dünyasına götürecek esrikliği arıyoruz. Kusurlu da olsa şimdi yaşadığımız dünyanın bize verdiği mutluluğu görmüyor olabilir miyiz?
Mutluluk arayışını abartmanın nedenlerinden birisi, içinde yaşadığımız kültürün bizi aşırı miktarda motive etmesidir. Hafif romanlar, ucuz aşk filmleri, pembe diziler ve ünlülerin dışa yansıyan yaşam tarzları kendi kendimize mutluluk çıtasını yükseltmemizi sağlıyor olabilir mi?
Gürcan Banger
Comments