Sevgi, Sözcükler ve Şiir
- Gürcan Banger
- 30 Nis 2020
- 4 dakikada okunur

Sözcükler, anlamın gizemli hamallarıdır. Her birine bir sözcük yazılmış kâğıt parçalarını içine atıldıkları bir torbadan çekip peş peşe dizdiğinizde ortaya bir lirik şiir çıkıyorsa kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Dadacı bir şiir oluşturmak bir yana; kişinin risk almadan ya da fazlaca emek vermeden elde ettiği gelen kazanımlara şanslı olmak deniyor. Risk almadan veya oluşabilecek tehlike ihtimalini yüklenmeden kazanmak, ancak şanslı insanların tesadüfler sonucu elde ettiği bir sonuç. Bazı insanlar kendilerini şanssız bulur. Şanssızlık zincirlerini kırmak adına zincirlenmiş vahşi bir ata döner ve isyan ederler. Kimileri ise prangalarına razı olur, içe dönüp derin bir suskunluğu benimser.
Acıyı ve mutluluğu akılla karşılamak gerekir. Sevgide de akıllı olmak gerekir; ama aklı kullanmak adına biteviye temkinli ve ihtiyatlı olarak bir duygu seline sahip olmak mümkün değil. Duygusal girişimin ihtiyaç duyduğu cesaret akılla terbiye edilmek zorundadır. Duygularını risk etmeyen kişi, gönül hoşluğunu yakalayamaz. Elde etmiş olduğu sevgiyi ve mutluluğu, doğru değerlendiremeyen ise kolayca onu yitirmenin eşiğine gelebilir. Sevgi için gerekli cesaret, duygusal körlükle eşdeğer değil. İnsan ilişkileri her ne kadar o ilginç gizemini çağlar boyu barındırmaya devam etse de; iki insanın duygu işletişimi, körü körüne atlanacak bir bataklık olamaz. Ama muhtemel seçeneklerin tümü de bataklıktan ibaret değil.
Kendisini ifade etmekte çok başarılı kişilerin bile iletişim kurmakta zorlandığı durumlar var. Karşımızda böyle duygusal yoğunlukla anlamlandırdığımız bir kişi olduğunda; aklın ve kalbin kapısını aralamış sözcükler, nedense bir türlü bir duygu güvercinleri olup dudaklardan havalanamaz. Bir ürküntü çöker kişinin üzerine; saklanıverir o canım sözcükler sevdalı ruhumuzun derinliklerine. “Konuşmadan önce cümleleri kurgulamak gerek” diyeceğim, ama kim bilir kaç kez sıraya dizilmiştir o sözcükler? Nice ezberlenmiş ve akıldan tekrar edilmiştir söylenecek cümleler? Bir çırpıda bir duygu denizini anlatmak için ne çok talim edilmiştir?
Ama nafile; ya o cesaret gelmez karşımızdayken, ya da bellek zayıf düşer hatırlamak için ezberi… Gerçi itiraf edilemeyen sevginin hayali bile güzeldir. Ne hoş bir gönül sarhoşluğu yaratır; ne çılgın bir gezintidir o heyecanla dinginlik arası? Ama sevginin göğe ve denize haykırılmışı, bir defterin satılarına, bir gecenin karanlığına emanet edilmiş olanı bile güzel…
Sevgi ilk elde sözcüklerle kurulmuş bir köprüdür. Duyguların bir kalpten diğerine yol alması için bu köprü vazgeçilmezdir. Ya sözcüklerle bu köprüyü kurmalı, ya da sessizlikle çepeçevre saran bir hapishane örmeli. Anlam yüküyle her sözcük, sevgiye giden köprünün yapı taşlarıdır. Bazı kişiler duygularını ifade etmek için bir şiirin mısraları gibi cümleler kurmayı isterler. Bu konuda da başarılı olmayınca suskun kalmayı tercih ederek güzel ifadeler oluşturamamanın üzüntüsüne düşerler.
Sözler duygularla bir araya gelince bir şiir dünyasına göç ederler. Burada beklenen, öncelikle duygularını söylemeyi istemektir. İçten duygularını belirtebilmek için bir söz virtüözü olmak da gerekmez. Herkesin sevginin ifadesini sözcüklerle duymaya ihtiyacı vardır. Sevgi köprüsünün iki ucundaki insanlar, dudaklara kadar ulaşmış sözcükleri her an duyabilmeyi isterler.
Sevgiyi kendi kalbine kilitlemek bir açmazdır. Yalnız kendi yürek sesini dinleyen kişi sevgiyi çok fazla yaşadıklarını zannedebilir. İnsanın kendisiyle yaptığı iç konuşmaları, karşı tarafa sevginin ifade edilmesini ihtiyacını hafifletebilir. Karşı tarafa duyguları aktarmamak sevginin geleceğini yok etmektir. Duygusallığa ilişik sevgi, iki kişilik bir ilişkidir. Paylaşım, sevgi ilişkisinin olmazsa olmazıdır. Sözcükleri saklamak, sevginin beslendiği paylaşım damarlarını yok etmekle eşdeğerdir. Sevgi ikliminde paylaşmayan kişi, sevgi yoksunluğunu kendi bedeninin dört duvarı arasında, kendine başına yaşamaya mahkûm olur.
Sözcükler sevginin büyülü iksiridir. Duygularla donanmış sözcükler paylaşıldığında, sevgiyi dört duvar hapishane olmaktan alıkoyar. “Ben sevgimi ifade edemem” demek, sevgiyi kapıdan, bacadan, pencereden kovmaktır. Ne yazık ki; günlük yaşamımız, duyguları sözlerle ifade etmekten geri durulmasını öğretir. Heyecanı, duyguları saklamak bir erdem olarak belletilir. Bu öğütler, giderek bir yaşam biçimi haline dönüşür. Hele ki; yetişkinlerin sevgiyi ifade etmediği aile ortamlarında sevgi sözcüklerini kullanmamak bir demir maske gibi kilitlenir insanın ruh yüzüne. Hiçbir şey, sevgiyi sözcükler kadar koruyup geliştiremez. En talihsiz sevgi, itiraf edilmemiş olan ya da dilin ucundan geri dönmüş olandır.
Aşkın, bir gönül sarhoşluğu olduğuna hiç kuşku yok. Çoğu zaman şiirlerde anlatılan sarhoşluk da içkiden kaynaklanan bir ruh durumu değil. Aşkın yarattığı gönül coşkusuyla, şerbet ile ayran da insanı alıp başka duygu dünyalarına götürüyor. Kimi zaman aksini söylesek de aşkın anlamlarını anlatmak için söze ihtiyacımız var. Her hece, bir anlam yükü taşıyor böyle durumlarda. Sanki bir şapkanın içinden kura usulü çekilen heceler ses olup kulaklarıma erişiyor. Bazen kulaklarımdaki heceler ile aklımda anlamlar bir çocuk koşuşturması içine giriveriyorlar. Birini yakalamaya çalışırken, diğerini kaçırıyorum. Bir akıl ve gönül heyecanı içinde bambaşka ruh halleri, akşam kırlangıçları gibi çevremde uçuşuyorlar. Birbirine benzer günlerin sıradanlığı içinde; insan olmanın farklılığını nasıl da kaçırıyor olduğuma hayret ediyorum.
Bir süre sonra sözcükler, işinin ehli yapı ustaları gibi görevlerini işlemeye başlıyorlar. Bir bal arısı çalışkanlığı içinde zihnimin tüm kapalı kapılarını birer birer açıp, unutmuş olduğum gerçeklerin gün ışığı görmesini sağlıyorlar. Açılan her kapıdan içeri süzülen ışıkla, uzun zamandır görmeyi unuttuğum zihnimin çeyiz sandıklarının farkına varıyorum. Ellerim, her birini iç içe matruşkalar gibi tek tek açıvermek için acele ediyor. Öyle sanıyorum ki; her sandığı açtığımda hayal meyal hatırladığım yaşanmışlara ilişkin gerçek fotoğraflar bulacağım orada. Kendimi o gerçeklerle yüzleşecek kadar cesur hissediyorum bu kez.
Gözümün önüne damlalarla dolmaya çalışan bir bardak geliyor. Damlalardan neredeyse her biri, öncekinin ve diğerlerinin aynısı… Bardağı doldu sandığımız zaman dahi, bardak taşmamakta ısrar ediyor. Ama öyle bir damla var ki; eşik onunla aşılıyor ve bardak onunla taşıyor. Bunun ruhumda (belki de yaşamımda) bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bu; çayın demini alması, yemeğin kıvamını bulması, tan yerinin ağarması, uzaktaki sesin duyulur veya bulanık cismin görünür hale gelmesi gibi bir şey. Bu anı kaçırmamak gerekli; çünkü bu yaşanan, önemli bir işaret… Yaşamda beni bulan ve fark etmeyi başarabildiğim az sayıdaki işaretten biri...
Düşünüyorum. Örneğin bir insan olarak seni seviyorsam eğer, bu sana verdiğim bir anlamdır. Bu anlam, itiraf etmeliyim ki senin varlığın yüzünden; ama anlamlandıran da benim. Kendimi doğru anlayıp bilmeliyim ki, sana verdiğim anlamın da özünü doğru kavrayabileyim. Sana hangi nedenle anlam yüklediğimi bileyim ki; bunun köklerini sorgulamakta başarılı olabileyim. Demek ki; kişinin kendisini bilmesi gerçekten önemli…
Anlamlandırmanın ne içerdiği de önemli, hiç kuşkusuz. Eğer bir tüketim ilişkisi halindeyse anlam, onu kaybetmek de kolay olacak. Anlamı geliştirip, büyütmek gerek. Onu başka anlamlarla donatmak gerek. Tükenir olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılmak gerek. Yaşamla olan bağımızı –ki bu bağlar, onu çok yönlü anlamlandırmalardır– çoğaltmak ve zenginleştirmek gerekiyor.
Yaşam dediğimizde, çoğu zaman tüketen maddi bir süreci anlıyoruz. Bu da arzuların tatmini ve hazzın edinilmesi anlamına geliyor. Tüketim toplumu anlayışının altında da bu fikir var. Bir kez tüketim güdüsü hız kazandığında; neyin ne kadar tüketilebileceği konusunda bir sınır olmuyor. Beğeni kalıcılığı, para dostluğu veya şehvet sevgiyi yiyip bitiriyor. Haz devrinde her şey yok edilmek için adeta… Yaşama kalıcı ve süreğen mutluluklar, yaşayabilen sevgiler, ahlâklı sadakat ve sağlam duruşlar açısından yeniden bakmak gerekli.
Gürcan Banger
Commentaires