Gözlere ve Sözlere Dair
- Gürcan Banger
- 29 Nis 2020
- 4 dakikada okunur

Konuşmada beden dili önemlidir. Sadece sözcüklerle konuşmaz kişi; beden diliyle de pek çok şey söyler. Dinleyene, anlayana tabii...
Beden dilinde bakışların özel bir yeri var. Gözler, bazen sözlerden fazlasını söylüyor. Sanırım, gözlerin bu konuşkanlığıdır onu edebiyatın, sanatın, düşüncenin önemli simgelerinden birisi yapan.
Şöyle belleğinizde bir geziverseniz, gözler üzerine kurulmuş ne çok şiir olduğunu hatırlarsınız. Şiirin, öykünün dışında gözler, fikir dünyasında da yaşarlar.
Örneğin bir Alman atasözü, “Körler arasında tek gözlü olan kral olur” der. Farklılığı işaret eden bu sözü, sanırım biz, “Eşeğin olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Efendi derler” diye söylüyoruz.
Güzel bakan gözler, olumlu olarak kabul edilirken “kem göz” sakınılması gereken bir durumdur. Açgözlülük de hoş karşılanmaz. Kötü gözle bakmak eleştirilir. 15’inci yüzyılda yaşamış olan ünlü düşün adamı Beyazid-i Bestami, kem göz eleştirisini şöyle ifade eder: “Gözü, harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten sakınmalıdır.”
İlginç olan bir nokta, kültürler arasında simgeler farklı yorumlanmakla birlikte göz ve bakış konusunda pek çok çakışma vardır. Beden dili, değişik toplumlar arasında farklı yorumlanır. Hatta birbirine tamamen zıt beden dili anlatımları vardır. Ama gözler ile anlatım konusunda ortak pek çok nokta olmalı. 17’inci yüzyılda yaşamış olan ünlü İngiliz şairi Georges Herbert, “Gözlerin konuştuğu dil, her yerde aynıdır” diyerek bu ortak dilin benzer kullanımını ifade ediyor.
Çoğu zaman çevremizi inceler, beğenir veya eleştiririz. Hatta “Biz adam olmayız” diye kendi dışımızda kimseyi bırakmadığımız da olur. Kendini görmek, kendini eleştirmek ve kendini değiştirebilmek o kadar kolay değildir. Thomas Fuller’ın insanın bu tek yanlılığını ifade ettiği hoş bir sözü var. “Göz, kendisinden başka her şeyi görür” diyor 17’inci yüzyılın Hıristiyan din adamı ve tarihçisi…
Toplumumuzda da göz üzerine yazılmış, söylenmiş hoş yaklaşımlar var. 19’uncu yüzyılın sonu ile 20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olan Türk şair ve yazarı Cenap Şahabettin’in gözler konusunda ilginç bir değerlendirmesi var. “Göz, bazı beyinlerin penceresi, bazılarının dürbünü, bazılarının da aynasıdır” diyor döneminin bu fırtınalı entelektüeli. Gözün akılla birlikte anlaşılmasının güzel bir ifadesi… Lise dönemimizin edebiyat kitaplarında yazı ve şiirlerinden bölümler bulunurdu Cenap Şahabettin’in.
Atalarımız da boş durmamışlardır göz konusunda. “Göze yasak olmaz” diyen cesur yaklaşımlardan “Göz görmeyince gönül katlanır” diyen alçakgönüllü tarzlara kadar türlü değerlendirmeler vardır gözle ilgili. “Gözü taneden olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz” diyen uyarılar dinlemeyene “saz gibi gelir”.
“Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş”. Sevdiklerinizin gören gözü, görünen yüzü olun.
Bir Gönül Sarhoşluğu
Aşkın bir gönül sarhoşluğu olduğuna hiç kuşku yok. Çoğu zaman şiirlerde anlatılan sarhoşluk da içkiden kaynaklanan bir ruh durumu değil. Aşkın yarattığı gönül coşkusuyla, şerbet ile ayran da insanı alıp başka duygu dünyalarına götürüyor.
Kimi zaman aksini söylesek de aşkın anlamlarını anlatmak için söze ihtiyacımız var. Her hece, bir anlam yükü taşıyor böyle durumlarda. Sanki bir şapkanın içinden kura usulü çekilen heceler ses olup kulaklarıma erişiyor. Bazen kulaklarımdaki heceler ile aklımda anlamlar bir çocuk koşuşturması içine giriveriyorlar. Birini yakalamaya çalışırken, diğerini kaçırıyorum.
Bir akıl ve gönül heyecanı içinde bambaşka ruh halleri, akşam kırlangıçları gibi çevremde uçuşuyorlar. Birbirine benzer günlerin sıradanlığı içinde; insan olmanın farklılığını nasıl da kaçırıyor olduğuma hayret ediyorum.
Söz Ustaları
Bir süre sonra sözcükler, işinin ehli yapı ustaları gibi görevlerini işlemeye başlıyorlar. Bir bal arısı çalışkanlığı içinde zihnimin tüm kapalı kapılarını birer birer açıp, unutmuş olduğum gerçeklerin gün ışığı görmesini sağlıyorlar. Açılan her kapıdan içeri süzülen ışıkla, uzun zamandır görmeyi unuttuğum zihnimin çeyiz sandıklarının farkına varıyorum. Ellerim, her birini iç içe matruşkalar gibi tek tek açıvermek için acele ediyor. Öyle sanıyorum ki; her sandığı açtığımda hayal meyal hatırladığım yaşanmışlara ilişkin gerçek fotoğraflar bulacağım orada. Kendimi o gerçeklerle yüzleşecek kadar cesur hissediyorum bu kez.
Gözümün önüne damlalarla dolmaya çalışan bir bardak geliyor. Damlalardan neredeyse her biri, öncekinin ve diğerlerinin aynısı… Bardağı doldu sandığımız zaman dahi, bardak taşmamakta ısrar ediyor. Ama öyle bir damla var ki; eşik onunla aşılıyor ve bardak onunla taşıyor. Bunun ruhumda, belki de yaşamımda bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bu; çayın demini alması, yemeğin kıvamını bulması, tan yerinin ağarması, uzaktaki sesin duyulur veya bulanık cismin görünür hale gelmesi gibi bir şey… Bu anı kaçırmamak gerekli; çünkü bu yaşanan, önemli bir işaret… Yaşamda beni bulan ve fark etmeyi başarabildiğim az sayıdaki işaretten birisi.
Bir İnsan Olarak Seni Seviyorsam
Düşünüyorum. Örneğin bir insan olarak seni seviyorsam eğer, bu sana verdiğim bir anlamdır. Bu anlam, itiraf etmeliyim ki senin varlığın yüzünden; ama anlamlandıran da benim. Kendimi doğru anlayıp bilmeliyim ki, sana verdiğim anlamın da özünü doğru kavrayabileyim. Sana hangi nedenle anlam yüklediğimi bileyim ki; bunun köklerini sorgulamakta başarılı olabileyim. Demek ki; kişinin kendisini bilmesi gerçekten önemli…
Anlamlandırmanın ne içerdiği de önemli, hiç kuşkusuz. Eğer bir tüketim ilişkisi halindeyse anlam, onu kaybetmek de kolay olacak. Anlamı geliştirip, büyütmek gerek. Onu başka anlamlarla donatmak gerek. Tükenir olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılmak gerek. Yaşamla olan bağımızı –ki bu bağlar, onu çok yönlü anlamlandırmalardır– çoğaltmak ve zenginleştirmek gerekiyor.
Yaşam dediğimizde; çoğu zaman tüketen maddi bir süreci anlıyoruz. Bu da arzuların tatmini ve hazzın edinilmesi anlamına geliyor. Tüketim toplumu anlayışının altında da bu fikir var. Bir kez tüketim güdüsü hız kazandığında; neyin ne kadar tüketilebileceği konusunda bir sınır olmuyor. Beğeni kalıcılığı, para dostluğu veya şehvet sevgiyi yiyip bitiriyor.
Haz devrinde her şey yok edilmek için adeta… Yaşama kalıcı ve süreğen mutluluklar, yaşayabilen sevgiler, ahlâklı sadakat ve sağlam duruşlar açısından yeniden bakmak gerekli. Tüketmek için sevmenin, anlamları da yok ettiğini hissediyorum. Ne anlamları ne de anlam yetisini tüketip yitirmemeli; çünkü kendimi anlamlandırdıkça seni de var ediyorum.
Gürcan Banger
Comments