top of page

Kentin Betonlaşan Ruhu

  • Yazarın fotoğrafı: Gürcan Banger
    Gürcan Banger
  • 19 Mar 2020
  • 6 dakikada okunur

(Ekim 2019'da Bakış Dergisi'nde yayınlanmıştır)

ree

Halk deyişini bilirsiniz: Bir musibet, bin nasihatten iyidir. “Yaşadığımız deprem felaketleri nedeniyle genelde kent ve yapı, özelde konut gerçeğinin farkına vardık” diyeceğim ama doğrusu, bundan pek de emin değilim. 1999’dan bu yanda depremden korkmayı öğrendik ama henüz gerekli önlemleri alma konusunda yeterli başarıya ulaştığımız söylenemez. Genelde “Büyük İstanbul Depremi” üzerine kurgulanmış korkular ve tartışmalar, ülkenin pek çok yerinde yapı kalitesizliğini adeta gizliyor. Genelde ‘krizlerle öğrenme’ anlayışında bir toplum olmamamıza rağmen ne geçmiş depremlerin yarattığı krizlerden ne de deprem üzerine yapılan tartışmalardan gerekli vizyon, program, hedef ve uygulamaları indirgeyebiliyoruz. Sonuçta TV kanallarında magazinlerden sonra bir de ‘Deprem Televole’ programlarımız oldu. Depremci öğretim üyeleri de TV kanallarının ünlü yaptığı yüzler arasına katıldı.

Kentleşmenin Olgunluğu

Henüz kentleşme ve yapı kalitesi konularında yeterli olgunluk düzeyine varamadık. Ama bir diğer gerçek şu ki; dünya nüfusunun hızla artması, doğal kaynakların insan ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmaya başlaması kentleşme ve yapılaşma sorunlarının daha yoğun tartışılmaya başlamasına neden oldu. İnsan yerleşimlerinin kalitesi ve güvenilirliği konusundaki rüzgâr, mutlaka doğru biçimde toplumumuzda da etkili olacaktır. Bu duyarlılığın devletten önce sivil toplum kuruluşları tarafından gündeme getirilecek gibi.

Tüm dünya gündeminde, kent ve yapı sorunları ve buna bağlı olarak yerel yönetimler konusunun ağırlığı giderek artıyor. Dünya kaynaklarının hızlı tükenmekte olduğu gerçeği, sürdürülebilir yaşam kalitesi konusunun daha net hissedilmesine neden oluyor. Bu konudaki tartışmalar 19’uncu yüzyıldan başlayarak daha özenli ve kapsamlı bir şekilde yapılmaya başlandı. Gerçekten dikkatli bir bakış, kentlerde ve kırlarda yaşam kalitesinde ciddi bir sorunlar demeti olduğunu gözleyebilir.

Dünya Kent Zirvesi temalı toplantıların altındaki mantık da bu tartışmalara ve çalışmalara bir yön verebilmek... Bu tür toplantıların beklenen sonuçlarından birisi, başta yoksul kesimler olmak üzere halkın yeterli kalitede ve gerekli miktarda konut ihtiyacının saptanması olmakta... Özellikle az ve orta derecede gelişmiş ülkelerde bu sorun, hâlâ yakıcı önemini korumaya devam ediyor. Kaliteli yapı ve herkese konut konusundaki bu gerçeğe ilişkin çözüm vaatleri, ister istemez tüm hükümetlerin programlarında yer almak durumunda oluyor.

Kent ve Gecekondu

Dünya nüfusunun yaklaşık altıda biri, kentlerde yaşayan insan nüfusunun ise yarısına yakını, gecekondu olarak tanımlanabilecek mekânlarda yaşıyor. Bazı Asya ve Latin Amerika ülkeleri ile çoğunluğu az gelişmiş ülkelerde olmak üzere kentsel nüfusun yüzde 60’ı gecekondularda yaşamını sürdürüyor. Dünyada denetimsiz ve sağlıksız mekânlarda yaşayan insan sayısının yaklaşık bir milyarı bulduğu hesaplanıyor. 2030 yılı için yapılan projeksiyonlarda bu değerin, 2 milyarı geçeceği tahmin ediliyor. Bu arada özellikle az gelişmiş ülkelerde kırdan kente göçün yarattığı yeni konut ve yapılaşma sorunları var. Yoğun göç baskısına ne kentlerin ne de hükümet bütçelerinin dayanması mümkün.

Son yıllarda küresel örgütlerin gündemlerinde kentlerde sürdürülebilir yaşam ve sağlıklı yapılaşma olması hiç şaşırtıcı değil. Diğer yandan kentlerle ilgili olarak; yerel yönetimlerin özerkliği ve kaynak sorunları, sağlıklı konutlar için finansman, tarihi ve kültürel kent merkezlerinin yok olmadan ve yok edilmeden korunması ve rehabilitasyonu gibi diğer konu ve sorunlar gündemde yer alıyor.

Diğer yandan yerelde olan gelişmeleri izlediğimizde; olayların ve gelişmelerin pek de zorunlu kentsel gündeme ve ihtiyaçlara uygun oluştuğunu söyleyemeyiz. Yaşadığımız kent özelinde baktığımız zaman dahi kent rantının, insanların sağlıklı ve nitelikli bir kentte yaşama ihtiyaçlarının önüne geçtiğini görüyoruz.

Mevcut Kentleşme, Değerleri Yok Ediyor mu?

Yeşil alanlar, lüks ve pahalı yapılar için konut alanları olarak tahsis ediliyor, tarihi kent merkezleri bilinçsiz biçimde ortadan kaldırılıyor. Çağdaş bir kent görünümü altında kentin sokak ve meydanları “kitsch” (taklit, kopya, sıradan, özenti) biçim ve görüntülerle kirletiliyor. Buna dur diyebilecek sivil bir güç ise hâlâ oluşmuş değil. İlginç bir biçimde yerel yönetim yapıları, buralarda oluşan meclisler kent rantı beklentisi içinde olan mekanizmalarla kolaylıkla anlaşıyor, kenti talan etmek üzere iç içe geçiyor. Temsili demokrasilerde ne yazık ki, oy kullanarak yerel yöneticileri seçmek, kenti korumak ve geliştirmek için yeterli olamıyor. Aslına bakarsanız; kentte rant isteyenlerin sayısı ve gücü; sağlık, nitelik ve gelecek isteyenlerden daha çok olduğu sürece de böyle devam edecek.

Tarihin tercihini hâlâ kentlerden yana kullandığı çağımızda kentleşmenin ve buna bağlı nitel ve nicel olarak yapı sorununun sosyal ve ekonomik gündemin başlarında yer alması son derece olağan.

Kentleşme, genel anlamda çağdaşlaşmanın bir sonucu olarak algılanır. Bu, kentleşmeye pozitif bakıştır. Diğer yandan; kentleşme süreci içinde yer alan başıboş mekânsal değişimler, düzensiz ve yasal olmayan çarpık ve kaçak yapılaşmayı güdümlüyor. Daha önce sözünü ettiğim gibi, kentte yaşama hakkının yerini kent rantından avantaj sağlama arzusu devam ettiği sürece bu görünümde değişme olması beklenemez. Kentin talanı, kentte sağlıklı ve kaliteli yaşam hakkının önüne geçiyor. Çoğu zaman kimi yasal ve yasal olmayan güç odakları, kendi siyasal iktidar ve ikbal beklentileri içinde kentin geleceğini görmezden geliyorlar. Bu durum, aynen yumurta-tavuk konusunda olduğu gibi azgelişmişliğin bir sonucu ve dönerek tekrar nedeni oluyor.

Kenti çepeçevre kuşatan pek çok sağlıksız yapılanma, kentin gelişme alanlarını da tıkayarak, kentin sağlıklı büyümesini ve gelişmesini önler halde. Kentin sağlıklı genişlemesini engelleyen unsurlar, illa ki yasadışı gecekondular olmak zorunda değil. Geçmişte ve hatta günümüzde doğru öngörülerle yapılmamış kent planları ve bu planlara göre büyümüş kentin kendisi de kentin önünde engeller olarak durmaya devam ediyor. Çarpık yapılanma tarım, orman ve sit alanlarını, su havzalarını da yok ediyor. Altyapı, ulaşım ve teknik servislere erişim soruları her geçen gün çığ gibi büyümekte. Varoşların giderek yaygınlaşması ile sosyal ve kültürel sorunlara bağlı suç oranlarında da belirgin artışlar izlenmekte.

Yerel Yönetimler

Ancak; yerel yönetimlerin kentin geleceğine ilişkin stratejik kararlar alamadıkları görülmekte. Mevzuat gereği hazırlanmış yerel stratejik planlar henüz gerçekleri ifade etmekten uzak. Büyükşehir belediyeleri ile ilçe ve belde belediyeleri arasında imar planları gibi konularda çalışma bütünlüğü sağlanması oldukça önemli. Ama ne yazık ki, yerel yönetimlere sızmış rant ve siyasal iktidar beklentileri, çalışma bütünlüğünün önünü tıkıyor. Yerel yönetimler, bir hizmet alanı olmaktan daha çok, bir siyasal iktidar mücadelesi alanı olarak gözleniyor.

Belediye meclislerinin, meclis üyelerinin ve danışma kurullarının katılımcılığı ve fonksiyonları artırılmalı. Ayrıca; belediye sınırları ile mücavir alan sınırları arasında bir örtüşmenin sağlanması gerekmekte. Böylece kent yönetimindeki birçok alanda eşgüdüm içinde kentleşme sorunlarının pek çoğu ortadan kaldırılabilir.

Konut sorununun çözümünün planlı bir kentleşmeden bağımsız düşünülemeyeceği aşikâr… Kamu yönetimi, alternatif uygulamalarla konut üretiminin belli bir model çerçevesinde gerçekleşmesini sağlamak, ülke nüfusunun ülke coğrafyasına dengeli dağılımını gözetmek, nitelikli, ucuz ve hızlı üretilen konutlarla modern, yaşanılabilir ortamları hazırlamak kadar kırsal alanlarda da çevre ile uyumlu, sürdürülebilir yaşam mekânları hazırlamakla da yükümlüdür. Bu çerçevede üretilecek hizmetle, köy mimarisinin geliştirilmesi, köylerin ve köylülerin yerinde iskânı ve sağlıklı, yaşanabilir konutlara ve düzenli gelire kavuşturulması hedeflenmeli. Ayrıca; kapsamlı bir planlama anlayışıyla dağınık durumda bulunan yerleşim birimlerini bir araya getirmek, üretimi teşvik etmek, kenti cazip kılan olanakları köyde yaratarak, kırdan kente göçün frenlenmesini sağlamak ciddiyetle ele alınmalı.

Nerem doğru ki, kentim doğru olsun” demeyin; insanca yaşam insanca mekânlarda olmalı. İnsanlar iyi şeylere layıktır. Bunun için de çaba göstermeye değer.

Kentin Ruhu

Mimari tasarımda önemli ilkelerden birisi, özün ya da fonksiyonun dışa yansımasıdır. Bir başka deyişle; örneğin bir yapının hangi amaçla kullanıldığı, onun biçimine yansımalıdır. Buna özün ve biçimin uyumu diyebiliriz.

Öz ve şekil ilişkisine benzer biçimde; kentlerdeki yapılaşma özellikleri de kentin yönetimi ile benzer bir etkileşim içindedir. O kentin bulunduğu ülkedeki devletin yapısı, kentlerin yönetilme biçimi ve yerel yöneticilerinin kente yaklaşım tarzları kentin yapısal gelişimini belirleyici biçimde etkiler. Çünkü halkın kent mekânına olan ihtiyacının karşılanması devletin, merkezi ve yerel yöneticilerin tarz-ı siyasetine bağımlıdır.

Örneğin sosyal refahın yükselme dönemlerinde başta kamu binaları olmak üzere görkem, yöneticiler tarafından ön plana çıkarılır. Yoksulluk dönem ya da bölgeleri ise kendini yine öncelikle kısıtlı ve sınırlı mekân kullanımıyla ortaya koyar.

Kentte güç kimin elindeyse; kentin gelecek tasarımı, gücü elinde tutanların talep, ihtiyaç ve beklentilerine göre şekillenir. Gücün ve yönetimin ruhu, kentin yapılanmasına yansır. Gücü elinde tutan kesimler, kenti kendilerine göre biçimlendirirken, buna uygun ve halkı ikna edecek rıza reçetelerini de üretirler. Bir anlamda kent, gücün biçime yansımasıdır.

Ulusalcı ve militarist dönemlerde zora dayalı iktidarı temsil eden kent mobilya ve aksesuarları kentin görünen yüzünü oluşturur. Demokrasinin, katılımcılığın ve çoğulculuğun gelişkin olduğu kentler ise insana verdiği değerle farklı bir yönetim tarzının izlerini taşır. Böyle bir kentte ayrımcılığın izleri çok fazla bulunmaz. Demokratik kent gençler için olduğu kadar yaşlılar içindir de. Demokratik kent; erkeklerle kadınları, bedensel veya zihinsel sorunları olmayan yurttaşlarla engelli vatandaşları ayırt etmez. Böyle bir kentte kozmetik kalıplar yerine zihinsel ve duygusal mekân kullanımı öne çıkar.

Kent, onu yöneten anlayışın ruhunu yansıtır. Taklitçi bir ruh, taklit edilmiş bir kent yaratır. Örneğin demokratik yönetime sahip olmayan, genelde ‘tek adam’ tarafından yönetilen yerleşimlerde kentsel mekân biçimci ve gösterişçidir. Kozmetik aksesuarlar ön plandadır. Önemsenen, dış görünüştür. Genel olarak temel kentsel fonksiyonlar ve halkın gerçek ihtiyaçlarının karşılanması birincil önceliğe sahip değildir. Tasarımı oluşturan anlayış, dıştan içe doğru bakar. Önce şekli tasarlar, sonra buna bağlı olarak kullanımı –yani fonksiyonu– tanımlamaya çalışır.

Geleneksel Odunpazarı Evleri, farklı bir tasarım anlayışını yakalamak için önemli ipuçları verir. Bu evlerin özelliği halk tarafından üretilmiş olup halka ait olanı yansıtmasıdır. Odunpazarı Evleri, Anadolu mimarisinin seçkin örneklerini oluşturur. Bu evleri yaratan felsefe; yaşama, fonksiyondan biçime doğru bakar. Yani geçmişin Odunpazarı insanı, evini öncelikle gerçek ihtiyaçlarına göre tasarlar; biçim ise ihtiyaçlara bir çözüm arayışının sonucu olarak ortaya çıkar. O evde mevcut olan her unsurun arkasında mutlaka ifade edilebilir bir mantıklı açıklama vardır.

Bugün Odunpazarı’nda birkaç farklı türden yapı var. Bunlar arasında en sefilleri, tuğla ve betondan yapılmış modern gecekondulardır. Bu yapılar, Odunpazarı’nın bir kültürel değer olduğunu fark edemeyen yönetimler döneminde –muhtemelen yasa dışı şartlarda– yapılmışlar. Odunpazarı’nda mevcut olan ikinci tür yapı türü ise şeklen geleneksel ama ruhen ve yapısal beton olan binalardan oluşuyor. Bunların neredeyse tamamı yakın yıllarda yapıldı. Öz olarak, şeklen ve ruhen geleneksel Anadolu mimarisini oluşturanlar ise inatla zamana direnmeye çalışıyorlar.

Evleriyle ünlü Safranbolu ve Beypazarı gibi yerleşimleri ziyaret ettim. Buralarda mevcut olan geleneksel binaları özenle inceledim. Safranbolu, Beypazarı, Mardin ya da Odunpazarı’nda yaptığım her gezide evleri bir mimar ya da tarihçi meraklılığı ile öğrenmeye çalıştım. Şimdi daha iyi kavrıyorum ki; bu gezilerimde geleneksel Anadolu mimarisinin tarihini bir şekilcilik tarihi olarak kavramışım. Hâlbuki bu toprakların geleneksel mimarisi, bir şekilden çok önce, bir ruhu temsil ediyor. Ya despotun ruhunu ya da halkın gerçek ihtiyaçlarını, beklentilerini ve taleplerini yansıtan sahici kültürüne ilişkin ruhu…

Gürcan Banger

Comentarios


Post: Blog2_Post

Subscribe Form

Thanks for submitting!

©2020, Eskişehir tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page