Toplumun Ruhu, Sosyal Değişim ve Müzik
- Gürcan Banger
- 19 Mar 2020
- 6 dakikada okunur
(Nisan 2019'da Bakış Dergisi'nde yayınlanmıştır)

19’uncu yüzyılda yaşamış ünlü Alman yazarı Heinrich Heine, müzik konusundaki görüşlerini şöyle şekillendiriyor: “Müzik ilginç bir şeydir. Neredeyse bir mucize olduğunu söyleyebilirim. Çünkü düşünce ile olgunun, ruh ile maddenin orta yerindedir. Bir arabulucu gibidir ve birbirleri ile zıt kavramları uzlaştırır.” Katılmamak mümkün değil.
Özel değer verdiğim müzik türlerinden bir diğeri ise tasavvuf müziğidir. Belki de; bu müziğin genelde o ağır havasına rağmen farklı bir ruhsal başkaldırı buluyorum sufi müziğinin tınıları arasında…
Müzikte insani güzelliği yakalamak, kişinin zihinsel ve duygusal yapısı ile yakından ilgili olmalı. Örneğin yaşamının büyük bölümü askerlik mesleği ile geçmiş, siyaset alanında pek başarılı olduğunu söyleyemeyeceğimiz Amerikalı devlet adamı U. S. Grant müzik hakkında şöyle der: “Yalnızca iki melodi bilirim; bunlardan bir tanesi, ‘Yankee Doodle’dır, diğeri ise değildir.” Bilindiği gibi; Yankee Doodle olarak bilinen şarkı, ABD’de bir eyalette ulusal marş olarak da kabul edilen halk türküsü niteliğinde yaygın tanınan bir şarkıdır.
Halk Müziği
Halk müziğini kendimi bildim bileli severim. Uzun havaların, mayaların, bozlakların, ağıtların ninnilerin ya da ilahilerin tadını çocukluğumdan beri almışımdır. Ortaokul yıllarımdan başlayarak halk ozanlarının şiirlerini ve türkülerini içeren kitaplar alır, okurdum. Müzik konusundaki tüm doğal yetenek sıkıntıma rağmen türküleri bir enstrümanla çalabilmek için az çaba sarf etmedim. Âşık Veysel’in pek çok şiirini içeren “Dostlar Beni Hatırlasın” isimli kitap yayınlandığında –ki yine ortaokul yıllarımdı– “Dostlar Seni Hatırlar” diye bir şiir yazmış, Âşık Veysel’in adına köyüne göndermiştim.
Müzik dinlemenin kolaylaştığı sonraki yıllarda dünya halklarının ezgilerine olan ilgim arttı. Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Afrika’ya kadar olan ülkelerin müziklerini dinlerken has bir tat aldım. Özellikle insan sesinin eğilip bükülmelerine dayalı halk ezgileri bazen beni mutlu etmiş, kimi zaman da içimi yakmıştır.
İşte; bu süreç içinde Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı, Kaygusuz Abdal’ı, Dadaloğlu’nu, Pir Sultan’ı ve daha pek çok halk ozanını tanıdım. Yılların içinden süzülüp gelen şiirleri ile varsa ezgilerini dinledim. Farkında olmadan ezberlediğim şiirler ve türküler oldu. Âşık Mahsuni, Neşet Ertaş gibi halk ozanları da onlu yaşlarımın ilk yıllarından başlayarak sesiyle tanıdığım müzik ustaları oldu.
Değişen Sosyoloji ve Müzik
1970’li yıllardan başlayarak halk müziği büyük bir saldırıya uğradı. Daha “kentsoylu” bir tür olan Türk Sanat Müziği ile birlikte halk müziği de arabesk adı verilen “müzik türünün” kimi zaman yok edici olabilen saldırıları ile karşılaştı. Hafif Türk Müziği adı verilen Batı enstrümanları ile çalıp genelde bozuk Türkçe ile söylenen müzik türü de arabeskten nasibini aldı. Böylece meydan “Arabesk ve Fantezi Müzik” adı verilen türlere kaldı. 1960’lı yılların sonlarında “minibüs müziği” olarak aşağılanan arabesk ve fantezi türler, 1980’lerde devlet dâhil olmak üzere toplumun başköşesine oturdu. Şimdilerde ise “katışıksız arabesk” ya da “hibrit arabesk” olmak üzere yerli müziğin pek çok alanında hükümranlığını sürdürüyor.
1970 sonrası kuşakların pek azı halk müziğinin gerçek ezgilerini tanıyabildi. Özel radyo ve TV gibi medya organlarının yaygınlaşması ile arabesk eksenli müziğin girip etkilemediği coğrafi alan ya da yaş kuşağı kalmadı. Bir anlamda kentlerde Türk Sanat Müziği’nin, köylerde halk müziğinin dinlendiği “saf bir dönemden” değişik türlerde arabeskin hâkim olduğu –bununla birlikte halk ozanlarının daha az tanınıp bilindiği– yeni zamanlara geldik.
Toplumun ve Müziğin Ruhu
1970 ile 2000 arasını yaşayan kuşağın en önemli özelliklerinin başında Türkiye’de değişime tanık olmaları gelir. Kapalı bir toplum anlayışından çarpık da olsa dışa açılmanın etki ve sonuçları bu dönemde yaşandı. 1950’lerde başlayan sosyal süreçlerin etkileri sözünü ettiğim bu dönemde ortaya çıkmaya başladı. Bunlar arasında kırdan kente, Doğudan Batıya, az gelişmişten daha gelişmiş olana ve güvensizden güvenliye doğru yaşanan sosyal göçün önemli bir yeri var.
Diğer yandan Türkiye’yi yönetmeye talip olanlar veya kamunun değişik kademelerinde yönetimi elinde bulunduranlar, hâlâ sosyal göçün ve etkilerinin farkına varamadılar. Muhtemelen bu göçün yarattığı kaotik durumdan yararlanmak işlerine geliyor. Eğer samimi olsalar ve bu göçün etkilerinin varsalardı, göçün ağır sonuçlarını görüp çözümü yönünde önlemler alırlardı diye düşünüyorum. Bugün Türkiye’nin yaşadığı sorunların pek çoğunun sosyal göç ile ilgili olduğunu söylesek fazla yanılmış olmayız.
Türk müziğinin dejenerasyonu da sosyal göç ile ilgili sorunlardan bir diğeridir. Türkünün türkü, şarkının şarkı, klasik müziğin müzik olduğu bir dönemden sığ ve yüzeyselliğin ifade edildiği bir müzik türünün yaygınlığına geldik. Bir zamanlar minibüs müziği olarak kınanan tür, şimdi yaygın basının röportajlarında beğeni ve iddia konusu oluyor.
Ne yazık ki sanatçı olarak isimlendirdiğimiz güruhtan şarkıcı olmaya yeltenenlerin tümü bozuk bir Türkçe ile bağıra çağıra kendi usullerince bir arabeskin peşinde. Tabii ki; peşinde oldukları sadece müzik değil. Ülkede geçim koşullarının ağırlaşması ile abuk sabuk müzik türleri ile iştigal etmek, çabuk zengin olmanın yollarından birisi oldu. Bu beyefendiler ve hanımefendiler, hızla zengin olma sorunlarını çözmeye çalışırlarken, bu arada Türkçe’nin ve bir sanat olarak müziğin köküne kibrit suyu dökmeye devam ediyorlar.
Toplumda gözlediklerimiz, popüler kültürün hızla yaygınlaşmasının sonuçlarından bazıları. Aslında ülke, çok yönlü bir kültürel saldırının altında… Bir yandan yazılı ve görsel medya aracılığı ile küresel bazda saldırıya uğrarken, bir yandan da geleneksel değerlerin yozlaşması ile karşı karşıyayız. Arabeski de içerecek bir biçimde kültürel karadelik, toplumun aydın veya okumamış tüm kesimlerini hızla içine çekiyor.
Eğitim sistemimizdeki yozlaşma, bu kötü gidişin üzerine tuz biber ekiyor. Yaşam alanlarımızda toplumu, sosyal ve kültürel anlamda destekleyecek mekanizmalar da yok. Sadece popüler kültürün hızlı ve hacimli olarak pazarlandığı mekânlar var artık. Para tuzakları olmanın ötesine geçerek, başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerini tüketim canavarının köleleri haline getiriyor.
Bazen “Yaşadığımız bu yozlaşmanın bir U dönüşü var mıdır?” diye merak etmiyor değilim. Kimi zaman bu U dönüşü gerçekleştiğinde geleneksel değerlerimiz hâlâ yaşıyor olabilir mi diye soruyorum kendime. Ama kesin olan bir şey var ki; bugün bu kötü gidişin sahibi yok. Bir kayıtsızlık seline kapılmış gidiyoruz. Bizi biz yapan değerler de bu sel içinde eriyip ufalanıyor.
Müziğin Ruhu ve Arabesk
Müziğin sosyal ve kültürel değişimi, toplumun genel gidişine ışık tutan aynalardan bir tanesidir. Müziğin çeşitlenmesine ve toplumdaki beğeni özelliklerine bakarak, toplumumuzun yaşadıkları hakkında bazı ipuçları elde edebiliriz. Sosyal durumu, başka ülkelerin halk müziklerinin gelişmesinde de saptamak kolaydır. Amerika’nın Jazz, Blues, Rock N Roll ve benzerleri gibi müzik türlerinin altında, daima o toplumun yaşamakta olduğu döneme ait sosyal veriler ve göstergeler yer alır.
Bir dönem, minibüs müziği olarak aşağılanarak bakılan arabesk müziğin, bugün yüksek sosyete mertebesine yükselmesinin ardında da, hiç kuşkusuz toplumun içinde bulunduğu durumun etkileri vardır. Gerçi ülkemizde yüksek sosyeteye yükselen arabesk midir, yoksa aristokrasi mi ayağa düşmüştür; bu da tartışılması gereken ayrı bir konudur. Ama bir ayırımı dikkate almak gerekiyor. Nasıl müzik sevgisi açısından Klasik Türk Müziği ile Geleneksel Türk Müziği’ni bir hiyerarşik sıralamaya dizemezsek, konuya arabesk müziğin sevilmesi gerekip gerekmediği açısından da bakamayız. Burada asıl olan, arabeskin arkasındaki sosyal dinamiklerin işleyişidir.
Arabesk müzik, 1950’lerden bu yana değişen yapısıyla toplumun kimlik ve kültür bunalımı ile, yaşanan sosyal ve ekonomik durumu ifade etmektedir. Bu müzik türü ile ilgili ciddi bir yanlış, malum müziğin Orhan Gencebay, Müslüm Gürses veya Ferdi Tayfur gibi sınırlı sayıda isimlere mal edilmesidir. Dikkatle incelendiğinde; müzikteki arabeskleşmenin çok daha yaygın olduğu görülecektir.
Günümüzde arabesk, bir tarz (sound) olarak rock müziğinden özgün müzik olarak anılan türe kadar pek çok çeşitliliğe sinmiş ve oralarda biraz farklı görünümlerle yaşamayı sürdürmektedir. Gereksiz bir tartışma açmamak için burada bazı besteci. yorumcu ve şarkıcı isimlerini saymak istemiyorum. Ama elit müzik veya entel müzik ya da özgün müzik olarak üretilen türlerin de ciddi oranda arabesk unsurlar içerdiğine hiç kuşku yoktur. Çünkü tüm yerel müzik türlerini yapan kesimler, ülkenin yaşadığı aynı ortamı ve benzer sorunları paylaşmaktadır.
Arabesk müzik, çözülmekte olan ve iyileşmeye doğru bir dönüş yapıp yapmayacağından zaman zaman kuşku duyduğum sosyal düzenin işaretlerinden birisidir. 20’inci yüzyılın ortalarında başlayan başıboş sosyal göç ile birlikte; toplumun yapısının denetimsiz değişimini ifade eder. Sosyal göçün sonuçlarını işaret eden pek çok gösterge gibi, arabeskin ifade ettiği gelecek görünümü de yöneticiler / seçilmişler tarafından doğru anlaşılmamıştır. Bu işaret; ekonomik sorunlar, tüketim toplumuna özenti, tatmin edilmemiş ruhsal beklentiler, karşılanamayan sosyal ihtiyaçlar gibi temel konuların ipuçlarıydı. Ne yazık ki, anlayan veya ders almak isteyen olmadı.
Genel anlamda arabesk müzik, bireycidir. Kendisi sosyal sorunlardan kaynaklanmakla birlikte; çözümü veya çözümsüzlüğü, bireysel olan sızlanmada ve kolaycı ve ucuz kurtuluşlarda bulmaya çalışır. Neşeli ve umutlu olduğu zamanlarda da sıradan duyguların peşindedir. Bir kültürel ve sosyal zenginlik içermez.
Arabeskin bireyciliği, 1950’li yılların devamında Türkiye’ye empoze edilen liberal ve neo-liberal politikalarla uyum sağlamada üstün başarı göstermiştir. Bu nedenle; toplumun hızla zenginleşen rantiye kesimlerinde olağanüstü bir destek bulmuştur. Bireycilik açısından bakıldığında; ağlayan - sızlayan arabesk müzik, adeta kısa yoldan zengin olmanın, iş biliciliğin, köşe dönücülüğün, özetle liyakatsiz ekonomik ve sosyal yükselmenin müziği olmuştur. Arabesk müzik, bir yanıyla toplumun acı çeken, yoksul kesimleri için kişi başı ağrı kesici görevini getirirken, bireyci özelliği ile liberal politikaların yerleşmesinde gerekli sosyal zemine katkı yapmıştır.
Konunun, kuşbakışı sosyal görünümü böyledir. Arabesk müzik; bu ülkenin, bu toplumun öz müziği değildir. Ama toplumun karmakarışık hale gelmiş içyapısının dışa vurumu olduğu da gerçektir. Ekonomik ve sosyal sorunlar, gerekli çözümlere ulaşmadığı sürece; bozuk karaciğerin tende yarattığı sıkıntı veren sivilceler gibi var olmayı sürdürecektir. Kitsch gibi arabesk de bir ürün değil; o toplumun ya da kişinin ruhunun tanımıdır, tasviridir.
Gürcan Banger
Comentarios