“Kentte İnsan Kıtlığı Var” (Kaht-ı Rical)
- Gürcan Banger
- 13 Mar 2020
- 9 dakikada okunur
(Nisan 2013'te Bakış Dergisi'nde yayınlanmıştır)

Küreselleşme, tercihini kentlerden yana yapıyor. Kentsel yaşamdan farklı formlara doğru bir kırılmanın olup olmayacağı, olursa ne şekilde bir gelişmeye tanık olacağımız önümüzde uzayıp giden yeni çağların konusu… Muhtemelen ulaşım, enerji, hizmet sağlama ve yenileme gibi ihtiyaçlar kentlerin biçimlenmesinde etkili olacak.
Şu anda kentsel planda bir evrimleşme yaşıyoruz. Bir yandan kırlardan kentlere insanlar akmaya devam ederken kentsel mekânlarda daha iyi yaşam arayışları da sürüyor. Kentsel değişimin iki boyutu var. Bunlardan birincisi, kentleri birbirinin benzeri yapan aynılaşma süreci… Dev markaların “konseptleştirme” yaklaşımları, yerel yöneticilerin başka kentleri kopya eden “yenilik” yaklaşımları veya medya ile modanın insanları giysi ve aksesuarda “eşitleme” çabaları gibi yönelimler birbirinin fotokopisi türünde kentler üretiyor. İkincisi ise kentlerin ağırlaşan yükünün çözümsüzlüğe sürüklemesi… Eskiyen yerleşimlerin bakımı, onarımı ve yenilenmesi mevcut bütçe yapıları ve yönetim modelleri ile hızla imkânsızlığa sürükleniyor.
Bunlara rağmen daha iyi kentlerde yaşama talebimiz ve buna ilişkin ihtiyaçlarımız büyüyerek tatmin edilmeyi bekliyor. Önceki yazıda dile getirdiğim yenilikçi ekonomi; nitelikli, yaygın ve adil ulaşım ve sağlıklı çevre yanında insan kaynağının geliştirilmesi, yaşam olanaklarının iyileştirilmesi (akıllı kentsel tasarım) ve katılımcı yönetim (yönetişim) gibi beklentilerimiz var.
İnsan Kaynağı
Bilgi Toplumu adını verdiğimiz bir çağda yaşıyorsak, bu dönemin bir diğer ismi Yaşam Boyu Eğitim Çağı olmalıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan süreçte bilişim, iletişim ve lojistik alanlarında önemli gelişmeler oldu. Üretim teknolojilerinde maddi üretimi sorun olmaktan çıkarak ciddi adımlar atıldı. Teknoloji sadece maddi dünyada gelişmekle kalmadı; iş dünyasının ihtiyacı olan sosyal ve kültürel alanlarda teorik ve uygulamalı katkılar bir çığın oluşma hızı ile büyüdü. Artık bilgiyi dikkate almadan yaşam alanlarında pozisyon alamıyoruz.
Bilginin miktar ve çeşitliliğinin artmasının bir diğer sonucu, okul temelli geleneksel eğitimin yetersizliği olarak ortaya çıktı. Çocuğun okula başladığı anda öğrendiklerinin bir kısmı, daha okulu bitirmeden demode oluyor. Sanki zaman, her geçen gün ivmelenerek akıyor. Bu durumda geriye tek bir seçenek kalıyor: Çocuk ya da yetişkin şeklinde ayırt etmeksizin yaşam boyu eğitim. Bu noktada yeni kent anlayışı kapsamında verimli ve etkili olarak kullanılabilen, araştırmacı ve yenilikçi insan gücüne olan ihtiyacımızı ilan ediyoruz.
Akıllı Kent Tasarımları
Sanayi Çağı’nın temel sorunu, üretimin önünü tıkayan darboğazları aşmaktı. Bu çerçevede üretilen çözümlerin ciddi bir bölümü, insanların işini kolaylaştırdığı bir gerçek olsa da karşımıza yeni sorun kaynağı olarak çıktı. Kirlilikten küresel ısınmaya, kıtlıktan tükenen dünya kaynaklarına kadar günümüzde yaşadığımız çevre ve sağlık sorunları bu alanın güzel örneklerini oluşturur.
Artık akıllı kent ortamlarında yaşamak istiyoruz. Yeni yaşam olanaklarının insan zekâsının geldiği noktayı yansıtmasını bekliyoruz. Bugün keyfini sürdüğümüz bir kolaylığın, yarın karşımıza yeni bir dünya veya insanlık sorunu olarak gelmemesini istiyoruz. Yeni kentlerde insan zekâsını yansıtan akıllı ve kolaylaştırıcı imkânlarla yaşamaya ihtiyaç duyuyoruz.
Merkezi ya da yerel yöneticilerin kendi başlarına, vatandaşlar olarak bizim nasıl yaşayacağımıza karar verdikleri çağ giderek gerilerde kalıyor. Şimdi yönetimler hem stratejik hem de katılımcı olmak zorunda… Bu yaklaşıma katılımcı stratejik yönetim ya da özetle stratejik yönetişim diyebiliriz. Ama toplumun bu seviyeye ulaşabilmesi için öncelikle yöneticilerin fikren de olsa kendi apoletlerini sökebilme niyet ve gücünde olmaları gerekir.
İnsan Kıtlığı
Sanayi işletmelerinde yaptığımız kurumsal danışmanlık çalışmalarında sıklıkla karşılaştığımız şikâyetlerden birisi firmanın istediği şartlara uygun eleman bulunamaması oluyor. Kimi zaman da personelin süreksizliğinden ve iş disiplinsizliğinden şikâyetlerle karşılaşıyorum. Okullaşma oranının yüksekliğine, çok sayıda meslek okulunun bulunmasına ve üniversitelerden mezun olan çok sayıda teknik ve sosyal alanlı genç insana rağmen hâlâ nitelikli eleman bulunamayışının derinlerine inmek lazım. Acaba okullarımızda ve üniversitelerimizde verilen eğitimle iş dünyasının ihtiyaçları çakışmıyor mu?
Devlet Adamlığı
Devlet yönetiminde söz sahibi olan kişiyi devlet adamı denir. Bu ifade ile halkın seçilmiş temsilcileri olduğu kadar yüksek düzeyli memurlar da kast edilir. Devletin ortaya çıktığı eski çağlardan beri devlet adamının nitelikleri merak edile gelmiştir. Bu konuda zamanın düşünürleri tarafından çok sayıda kitap yazıldığını biliyoruz.
Aslında nitelikli devlet adamını tanımlama çabası, genel anlamda iyi insanı arama çabasının bir parçasıdır. İyi insan için öne sürülen pek çok özelliğin, nitelikli devlet adamı için de öngörülmesi şaşırtıcı değildir.
İyi İnsan, İyi Devlet Adamı
İsa’dan önce 411-324 yılları arasında yaşamış düşünür Sinoplu Diogenes (Diyojen) ile ilgili anlatılan ünlü öyküyü hem iyi insan hem de iyi devlet adamı açısından yorumlamak mümkündür. Bilindiği gibi; Diogenes, gündüz zamanı Atina’da sokaklarında elinde yanar haldeki bir fenerle dolaşırken kendisine ne aradığını sorarlar. O da, “Adam arıyorum” diye cevaplar. Ülkemizdeki siyasetin içerik ve düzeyi ile kamu hizmetinin kalitesine bakıldığında; işin sokakta fenerle adam aramak noktasına varma ihtimalini daha iyi kavrıyoruz.
Devlet adamlığı konusunda çağlar boyunca yazılanları hatırlamaya çalıştığımızda; aklımıza gelenlerden birisi 1469-1527 yılları arasında yaşamış olan İtalyan siyasetçi Niccolo Machiavelli’nin “Prens” veya “Hükümdar” olarak bilinen kitabıdır. 18’inci yüzyılda Osmanlı devlet düzenini ve iyi devlet adamlığı özelliklerini anlatan bir kitabı da bu çerçevede hatırlatmak isterim. 1714-1717 yılları arasında yazıldığı tahmin edilen “Nesâyih ül-vüzera v’el ümerâ” (Kitab-ı Güldeste) isimli çalışmada (-ki “Devlet Adamına Öğütler” ismiyle yeniden basılmıştır) Defterdar Bakkalzade Sarı Hacı Mehmet Paşa’nın devlet adamlarına yönelik öğütleri yer almaktadır.
Bu arada 11’inci yüzyılda devlet yönetimi ve siyaset konusunda önemli eserlerden birisi olan Siyasetname’yi de anmak gerekir. 1018-1092 yılları arasında yaşamış olan Büyük Selçuklu Devleti Nizamülmülk’ün görüşleri ve uygulamalarını anlatan bu eser, kendi türünün önemli örneklerinden birisidir.
Geçmişte devlet adamlarının ‘iyileştirilmesine’ yönelik olarak yazılan çalışmalardan bir diğeri “Bahr’ül-Feva’id (Faydalar Denizi)” adını taşır. 12’nci yüzyılda Halep’te yazıldığı ifade edilen bu kitapta o çağın koşullarına göre iyi devlet adamının sahip olması gereken özelliklerden söz edilmektedir. Kitabın yazılmasından bu yana 900 yıla yakın zaman geçmesine rağmen bazı tespitler hâlâ önemini korumaktadır.
Kitabın önemli öğütlerinden birisi, yoksulların ve ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesidir. Devlet adamına adaletli olmayı öğütleyen kitap, gelir dağılımında adalet konusunda ipuçları vermektedir. Devlet adamının kendisini halktan birisi gibi algılaması, kendi için istemediğini yurttaşlar için de istememesi, uzmanlığa önem verip danışmalarda bulunması ve halka kötü davranılmasına engel olunması kitapta yer alan diğer öğütlerden bazılarıdır.
Kaht-ı Rical
Devletin iyi yöneticilere sahip olması sorunu, (Diyogenes’in adam arayışı gibi) hemen hemen çağda yoğunlukla yaşanmış bir konudur. Osmanlı’da (özellikle gerileme döneminde) kaliteli devlet adamı yokluğu, “kaht-ı ricâl (adam kıtlığı)” olarak isimlendirilmiştir.
Kaht-ı ricâl, Osmanlı’nın önemli sorunlarından birisi olarak tarihçiler arasında tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda farklı ve tarafgir görüşler bulunmakla birlikte genel olarak Osmanlı’nın 1683’teki Viyana Kuşatması ile başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzayan olumsuz süreç ifade edilmektedir.
Bugüne dönelim. Günümüzde bir kaht-ı ricâl (adam kıtlığı) sorunundan söz edebilir miyiz? Sadece siyaseti ve devlet yönetimini ele alırsak; kanımca bir ‘adam kıtlığı’ sorunundan söz etmek mümkündür. Ama bu sorun, gerçek anlamda nitelikli insan kıtlığından değil; birikimli ve kaliteli kişilerin siyaset alanında yer almadığından kaynaklanmaktadır. Siyasetin insan malzemesi değiştiğinde, siyaset dışındaki nitelikli insanlar bu alana kazanıldığında; eminim ki, devlet yönetiminin kalitesi de yükselecektir.
Siyasette İnsan Kıtlığı
Genel anlamda bugünkü siyaset düzenine bakıldığında; bu sistemde gerçek anlamda bir kaht-ı ricâl (nitelikli insan kıtlığı) yaşandığını kabul etmek gerekir. Tabii ki; bu ifade ile tüm siyaset sektörünün niteliksiz olduğunu ifade etmekten ziyade, yaşamda başarılı olmuş, birikimli ve deneyimli insanların siyaset alanında pozisyon bulamadığını anlatmak istiyorum.
Ne sivil toplum yaşamı, ne de siyaset özellikle üniversite gençliğinin ilgisini çekmiyor. Ama bu kayıtsızlıkta sorunun sivil toplum kuruluşlarının gençlerle iletişim ve ilişki kuramamaları olduğunu düşünüyorum. Çünkü uygun biçimde iletişim kurulduğunda özellikle üniversite gençliğinin ciddi bir bölümünün sivil toplum konularına yakın durabildiğini gözlüyorum. Ama bu yaklaşımı siyaset için öngörmem mümkün değil. Bir başka deyişle; gençlik, sivil toplum faaliyetlerine dâhil edilebilirken, siyasetin uzağında durmayı tercih ediyor. Bu nedenle gençliğin enerjisi, farklı yaratıcılığını ve yeni bakışlarını siyasete yansıtmak mümkün olmuyor. Bu durumun sonucunun kaht-ı ricâl (adam kıtlığı) olmasından doğal ne olabilir ki?
Siyaset alanını yakından incelediğinizde; bu sektörün kendisi ile hiç de ilgili olmayan etnik, kültürel ve dinî unsurlar tarafından işgal edilmiş olduğunu görürsünüz. Kendini yetiştirmiş ve eğitimli bir kişi olarak siyaset alanında pozisyon bulamazken, bir etnik kimlik nedeniyle siyasi taraftarlarınız olabilir. Belli bir yerin hemşehrisi olmak veya bir cemaatin mensubu olmak, çoğu zaman siyasette yükselebilmek için gerekli altyapıyı oluşturur.
Önümüzdeki seçimler için oluşturulan aday listelerine bir göz atın. Bu listelerde kaç tane adayın siyasi birikimi, zengin yaşam deneyimi veya üstün problem çözme performansı nedeniyle orada yer aldığını söyleyebilir misiniz? İfade edeceğiniz sayının çok büyük olmadığını siz de, ben de biliyoruz. Listelerde yer alan adaylar cemaat – aşiret ilişkileri, belli bir yörenin insanı olmak veya rakip partinin oylarını bölmek gibi amaçlarla seçilmişlerdir. Böyle bir seçimi mubah ve hatta akıllıca gören kafa yapısı devam ettiği sürece, siyaset alanı için kaht-ı ricâl (adam kıtlığı) deyimini kullanmayı sürdürmek hiç de haksızlık olmayacaktır.
Siyasetçi, sadece problemleri bilip tanıyan, çözülmesi için bir yerlere taşıyan kişi değildir. Siyasetçi, öncelikle topluma öncü olması gereken kişidir. Bu nedenle siyasetçi, topluma örnek olması gereken pek çok özelliği üzerinde taşımak zorundadır. Hâlbuki yapılan kamuoyu soruşturmalarında en az güven duyulan kurumların başında siyaset gelmektedir.
Kente 360 Derece Bakış
Siyaset, bir iktidar ve rant elde etme yarışıdır. Hâlâ temsili demokrasinin sınırlarını aşmakta zorlanmaya devam eden ‘uygulamalı siyaset’, iktidar arayışlarını başka görüş ve yapıların kıyasıya eleştirilmesi üzerine kurgulamıştır. Bir anlamda iktidar olmanın ilk adımı, kendi düşünce ve projelerini anlatmak yerine muhalefet yapmak adına ötekisini karalamaktan oluşur. Dolayısıyla bugünün siyaseti, acımasız, adaletsiz ve zalim bir yarıştır.
Sivil toplum alanındaki yarış ise bu mücadele temsili demokrasinin sorunlarına karşı yapılır. Bu alanda yarışın bir diğer boyutu sivil ve sosyal hizmetin niceliğinin ve kalitesinin artırılması ile ilgilidir. Dolayısıyla sivil toplum alanında kişiler ve kuruluşlar birbirleri ile yarışmazlar. Sivil alanın özellikleri nedeniyle birbirleri ile kıyasıya yarışmaları ve birbirlerini kötülemeleri gerekmez.
Sivil toplumun etki ve faaliyet alanı, özü itibarıyla bir dayanışma ve paylaşma alanıdır. Çünkü toplum, kendi sorunlarını kendi akıl ve kaynakları ile çözmek için mücadele etmektedir. Burası, bir kamusal alan olması nedeniyle elde edilmesi beklenen bir rant da yoktur.
Sivil Toplum Olgunluğu
Toplumumuz, sivil ve sosyal geleneğinden de kaynaklandığı biçimde sivil toplumun anlaşılması ve algılanması açılarından henüz yeterli olgunlukta değildir. Bu nedenle daha iyi bilinen siyaset alanının yaklaşımları ister istemez sivil toplum anlayışına etki etmektedir. Bir başka deyişle; ülkemizdeki siyaset ruhu, sivil toplumu da bir rant ve çıkar alanı haline getirmektedir. Siyasal ve ekonomik olarak işlemeyen demokrasinin, sivil toplum alanında da ancak kırıntıları ile idare etmek durumunda kalıyoruz.
Ülkenin yönetim anlayışının temelinde her şeye hâkim olan (patrimonyal) devlet yaklaşımı mevcut. Her şeyi bilen, her şeye karar veren ve ‘yapılması gereken bir şey varsa onu da kendisi yapmayı hedef alan devlet anlayışı hâkim olmaya devam ediyor. Böyle bir anlayışın sivil toplum alanının bir bölümüne yansıması gayet olağan… Hâlâ geleneğe uygun olarak devleti merkeze alan bir sivil toplum anlayışını yaşatmaya çalışanlar var.
Bugün sivil toplum alanının sorunları arasında katılımın yükselmesini, STK’ların kitleselleşmesini, sivil toplumun görünürlüğünün artmasını çözüm açısından öncelikli buluyorum. Sivil toplumu demokrasiden ayırarak düşünmek olanaksız… Ülke bütününde demokrasinin tam işlerliği kavuşması ise ilk elde STK’ların kitleselleşmesi ve demokratikleşmesinden geçiyor. Katılımın olmadığı ortamlarda ise demokrasiden söz etmek mümkün değil.
Tarz-ı İdare
Eskiden yönetici yerine idareci sözcüğü kullanılırdı. Yönetmek yerine ise idare etmek denirdi. Sanırım; özellikle kamunun –özellikle Osmanlı’nın son döneminde başlayan ve Cumhuriyet’e sirayet eden– yönetim konusundaki başarısız uygulamalarından dolayı idare etmek, olumsuz bir görünüme büründü. Bugün idare etmek dediğimizde; göz yummak, hoş görmek veya örtbas etmek gibi olumsuz anlamlar geliyor aklımıza.
Dünün idare etmek kavramının yerini yönetmek sözcüğü almış olsa da; yaptığımız yönetim hataları konusunda fazlaca değişiklik olmadı. Aklıma ilk geliverenleri sıraladığımda, siz de bana hak vereceksiniz.
Türü ne olursa olsun; kuruluşlarımızda yer etmemiş anlayışlardan birisi planlama ile ilgilidir. Bugün gerçek anlamda planlama yapabilen kuruluş sayısı pek azdır. Çoğu işletmede işler, günlük kararlarla ve günü kurtarma türünden uygulamalarla yerine getirilir. Geleceğe yönelik orta ve uzun vadeli plan yapma kültürü yoktur. Aksini düşünebilmek için; ülkenin yaşadığı geleneksel istikrarsızlıklar insanları plansızlık konusunda teşvik etse bile, yine de bazı planlama uygulamalarının olması beklenirdi.
Özellikle geleceğin tasarlanmasına yönelik stratejik planlamanın olmayışı, bütçeleme ve finansal planlar konusunda da ciddi zafiyete neden olur. İşletmelerimizin pek çoğunda ancak kısa vadeli nakit akışı çalışması yapılabilmektedir. Genelde ödemeler konusunda kuralcı olmayan bir ekonomiye sahip olduğumuz düşünülürse; nakit akışı planlarının da sağlıkla yapılamadığı, yapılsa da işlemediği kendiliğinden ortaya çıkar. Pek çok işletmede nakit akışı, (tarımın yağmurun yağma ihtimaline terk edildiği gibi) borçlunun ve alacaklının lütfuna bırakılmıştır.
Yerel Hizmet
Halka hizmet etmek ve vatandaşlara beceri kazandırmak isteyen pek çok belediye, el sanatları konusunda kurslar açmaktadır. Örneğin 30 kişi ile başlayan bir el becerisi kursu, bir süre sonra öğrencilerini yitirmekte ve süreğen ilgi görmemektedir. Çünkü kurslara gelen kişiler, genelde bir iş sahibi olup kazanç sağlama beklentisinde olan vatandaşlardır. Kurs sırasında ve sonrasında üretilen ürünlerin pazarlanmasında sıkıntılar olduğunda ise kursiyerlerin ilgisi düşmektedir.
İşletmelerimizin pek çoğu, başta pazarlama ve tanıtım konusunda son derece eksiklidir. İşletmeler, yeni pazarlar bulmak ve mevcut pazarı genişletmek için (yabancı dil, dış ticaret ve pazarlama gibi konularda) yeterli eğitim ve bilgiye sahip değildir. Özellikle yöneticilerin bu gibi alanlardaki eksiklikleri, işletmenin önünü kapatmaktadır. Bu tür ufuksuz ve vizyonsuz yöneticileri özellikle geleneksel yapıdaki aile şirketlerinde sıklıkla görüyoruz. Benzer biçimde sivil toplum kuruluşlarımızın da pek çoğu, bu tür eksikli yöneticiler nedeniyle ağır sorunlar yaşamaktadır.
Eğitim
Eğitim önemlidir. Ama şu da bir diğer gerçektir ki; eğitim, her şey değildir. Eğitim kadar deneyim de önemli ve değerlidir. Bir işletmenin sahip olduğu deneyimli yöneticiler, o kuruluşun insanî deneyim sermayesini oluşturur. Yeterli deneyim zenginliğine sahip olmayan bir yönetici, ne denli başka üstün özelliklere sahip olsa da, kritik bir karar verme noktasında kolaylıkla bocalayabilir.
Bilindiği gibi; bugünün yöneticilerinde aranan en önemli niteliklerden birisi liderliktir. Bir kuruluş için liderden söz edildiğinde; çoğu zaman vizyoner liderlik övgüyle öne çıkarılır. ‘Gelecek tasavvuru’ anlamına gelen vizyon, yöneticilerde doğru öngörüde bulunabilme becerisini gerektirir. Yüksek oranda doğruluğa sahip tahminler ise bir kuruluşun geleceğe yönelik sağlam adımlar atabilmesinde kilit öneme sahiptir.
Artık başta kentlerde yaşayanlar için olmak üzere küresel bir yaşam var. Bu yaşam, yöneticilerin özelliklerini birinci elden sorguluyor. Her yöneticinin ise kendisine “Yönetiyor muyum, yoksa idare mi ediyorum?” sorusunu sormasını ve cevaplamasını zorunlu kılıyor.
Kentlerde Durum
Bu çağda toplumdan, devletten, siyasetten ve sivil toplumda söz edince konuyu kente bağlamak neredeyse bir zorunluluk oluyor. Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kırdan kente doğru yoğun bir akış var. Konuya Türkiye açısından baktığımızda; pek çok kentin bu etkin akışı karşılayabilecek gücü ve yapılaşmasını olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla kentler kırdan gelen göçmenleri kentlileştirmek yerine, gelenler kentleri kırlaştırıyor.
Günümüzde hızla artan kent nüfusunun büyük bölümü düşük ve orta gelirli ailelerden oluşuyor. Göç karşısında ezilen kentlerin gerçeğini bir madalyonun iki yüzü ile anlatmak mümkün. Bir yandan göç, diğer yandan kentlerin çözülmemekte ısrar edilen temel sorunları; bir yönüyle kentleri yoksullaştırıyor, diğer yönüyle yoksulluğu kentlileştiriyor.
Bugün kentlerin sorunları, sıradan belediye bütçeleri ile çözülebilecek boyutların çok ötesine vardı. Dünyanın görece daha az gelişmiş ülkelerine benzer biçimde ülkemizde de kentsel gelişim konusunda genel kabul görmüş ulusal ve sosyal bir yaklaşım yok. Her yerel yönetim birimi, “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” misali kendi aklının erdiği temelsiz tekrarlı (taklit) çözümlerle uğraşmakta. Mevcut vizyonsuzluk ve plansızlık anlayışı yanında bütçe zafiyeti ve kadro sıkıntıları ile uzun vadeli çözümler de mümkün görülmüyor.
Bir kentin geleceğine baktığımızda gördüğümüz manzaranın bir diğer yönü şudur. Yerel yöneticiler kentin temel (örneğin altyapı) sorunlarının çözülmeye çalışılmasının, kendi ikbal ve makam beklentileri ile uyuşmadığı görüşündeler. İktidarlarını sürdürebilmek için oy almaya yönelik göze görünür faaliyetler içinde olmayı yeğliyorlar. Kent merkezinin görsel albenisinin artırılması, yerel yönetim kaynakları ile kendilerinin veya partilerinin reklâmının yapılması ya da yoksulların maddi yardımlarla oy olarak iktidara bağımlı hale getirilmesi en sık görülen yaklaşımlar.
Kentleri insanlar için geleceğin hapishaneleri yapmamak adına herkesin kendine bir vazife çıkarması gereken bir dönemi yaşıyoruz. Geç kalmış olacağımız noktaya hızla yaklaştığımıza dair pek çok işaret oluşmaya başladı.
Gürcan Banger
Comments