Yaşadığımız Kent ve Teknoloji
- Gürcan Banger
- 16 Mar 2020
- 8 dakikada okunur
(Ekim 2016'da Bakış Dergisi'nde yayınlanmıştır)

Öngörülere göre 2020 yılında dünyada 5 milyar İnternet kullanıcısı olacak. Bu sayının yaklaşık yarısı İnternet bağlantısını elde taşınabilir cihazla aracılığı ile gerçekleştirecek. Büyük ağa bağlanacak farklı türlerdeki cihazlar nedeniyle İnternete ilişkilendirilmiş cihaz sayısının 80 milyar dolayında olacağı öngörülüyor. Böylece evde, işte ve diğer mekânlarda olmak üzere ‘bağlantılı yaşamın’ özneleri olacağız. Şimdikinden farklı olarak dijital yardımcılarımız yaşamımızı organize edip faaliyetlerimiz konusunda bize yol gösterecekler. Örneğin akıllı aydınlatma, ev ve ofis cihazlarında akıllı kullanım ile ulaşım araçlarının diğer yaşam noktaları ile sürekli bağlantısı bulut bilişim sayesinde yaşamın olağan unsurları haline dönüşecek. Özetle; bağlantılılık ekonomik ve sosyal yaşamı belirleyen en temel aktörlerden birisi haline dönüşecek.
Kentler
Dünya tarihi, küreselleşme döneminde seçimini kentlerden yana yaptı. Kentlerin büyümesinin önümüzdeki dönemde de süreceği anlaşılıyor. Büyük yerleşimler hızla mega kent ölçeğine doğru genişleyecekler. Yakınlaşmış mega kentlerin hızlı büyüme süreciyle birlikte mega bölgeler ve mega havzalar oluşturacağı anlaşılıyor. Önceden gerekli ve yeterli önlemler alınmadığı durumda sonucun, geri dönülme şansı bırakmayan ‘mega sorunlar’ olma ihtimalini de akılda tutmak gerekir. Denetimsiz biçimde büyümeyi teşvik eden anlayışların şimdiden olup biteni bir kez daha düşünmeleri gerekiyor.
Küreselleşme ulusal sınırları silikleştirirken kent olgusunu vitrine çıkardı. Pek çok kentin ismini bildiğimiz halde artık bunların hangi ülkeye ait olduğunu hatırlamakta zorlanabiliyoruz. Kentlerin öne çıkışı yönetsel anlamda güç odağının kente kaydığı konusunda öngörülere neden oluyor. Devletlerin temsil edildiği pek çok ortamda bundan sonra mega kentlerin temsili ihtiyacı söz konusu olabilir mi? Bir yakın örnek olarak neredeyse Türkiye’nin tamamı kadar ekonomik ve sosyal katma değer üreten İstanbul’u düşünün. Bu mega kenti özellikle küresel ölçekte yönetsel ve temsil anlamında herhangi bir kent olarak kabul etmek yeterli olacak mı? Dünyada İstanbul’daki mega büyümeye benzer biçimde gelişme gösteren çok sayıda kentsel yerleşim var. Sayıları da hızla artıyor. Özetle; bir devlet bünyesinde olmakla birlikte kentin varlığı ve meşruiyeti giderek ayrı bir yönetsel özne olacak biçimde gelişiyor.
Sosyal Değişim
Dünya genelini incelediğimizde geleceği belirleyecek bazı yönelimler dikkatimizi çekiyor. Bunlar arasında orta sınıfın yükselişini, yaşlanan nüfusu, tersine beyin göçünü ve kadının ekonomik ve sosyal alanlarda yükselişini sayabiliriz. Değişik etnik ve kültürel kökenden gelen insanlar kendi köklerinin bulunduğu yerler dışında çalışıp yaşamaya başladılar; bu da kültürel çeşitlilik adı verilen yeni bir olguyu geliştiriyor.
Türkiye, Hindistan ve Çin gibi ülkelerde ilginç gelişmeler oluyor. Türkiye’de iktidar, aileleri daha fazla çocuk yapmak üzere yönlendiriyor. Hindistan’da genç vatandaşlar yaşlı politikacı profilini zorlamaya başladılar. Çin’de her aileye tek çocuk politikasından vazgeçildi. Buna karşılık bu ülkedeki –vatandaşların kırdan kente göç ederken bürokrasinin iznini gerektiren– aile kayıt sistemindeki esnetmeler göç nedeniyle kent nüfuslarını adeta patlatacak. Başka örnekleri de bulunabilecek olan bu ve benzeri gelişmelerin ülkelerin ve kentlerin yaşamında çok ciddi ekonomik ve sosyal değişimlere neden olacağı kolayca kestirilebilir.
Küresel ölçekteki değişimi izlediğimizde karşımızdaki sorunun sadece bireyin tükettiği ürün-hizmet tabanlı ve bunları üretecek teknolojilerle ilgili olmadığını görüyoruz. Yaşam çevresini koruyup geliştiren ve sürdürülebilir hale getirecek yeni anlayış, yöntem ve araçlara ihtiyaç olacak. Bu bağlamda sosyal sorumluluk ve sosyal inovasyona temel oluşturacak, yalın yaşamı çok boyutlu olarak standart hale getirecek teknolojiler gerekiyor.
Artık kuşku duyulmayacak derecede netleşmiş küresel yönelimlerden birisinin kentleşme olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar büyük bir hızla çalışmak, iş kurmak veya sadece yaşamını sürdürmek üzere kentlere akıyor. Kentleşme ve buna eklemlenmiş göç olgusunun öngörülebilir geleceğin oluşmasında etkili olacağını görüyoruz. Anlamak ve açıklamak için yönelimleri fark etmek, başka etki ve faktörlerden ayırmak yararlı olur. Ama geleceği öngörmek için –çoğu zaman– birden fazla yönelimi ilişkilendirmek ve birlikte yorumlamak gerekebilir. Diğer yandan yaşadığımız çağın ve öngörebileceğimiz geleceğin bir diğer önemli yöneliminin teknoloji olacağını kavradık. Böyle bir durumda kentlere bakarken kentleşme olgusunu teknolojideki gelişme ve yönelimlerle birlikte düşünmek önümüze yeni sorular ve açılımlar koyabilir.
Kent ve Teknoloji
Kentleşme olgusunun mega kentlere doğru ilerlediğini izliyoruz. Dünyanın pek çok bölgesinde mega kent örneklerini görmeye başladık. Bir sistemin mega ölçekte büyümesi onunla ilgili sorunların da –öncekine oranla– farklı ve daha büyük bir ölçeğe taşınması anlamına geliyor. Örneğin pek çok örnekle birlikte küçükten büyüğe doğru evrimleşmiş mega kentlerdeki iyileştirme, geliştirme, onarım ve bakım hizmetlerinin onu yeniden yapmaktan çok daha maliyetli olduğunu öğreniyoruz. Acaba bu tür sorunların çözümü için teknoloji bize yardımcı olabilir mi? Yoksa farklı yaklaşımlar mı geliştirilmeli?
Bilişim teknolojisi temelli çözümlerin kentli vatandaşların yaşam kalitesini ekonomik verimliliğini artıracağını düşünüyoruz. Böylece kaynakların kişi başı tüketimi azalırken yaşam çevresindeki bozulmanın düşürülebileceği öngörülüyor. Bu beklentinin gerçekleşeceğine inanabiliriz ama –ivmelenmiş tüketim yönelimi ile– sürdürülebilirliği konusunda çok emin olmak mümkün değil.
Aklımıza şöyle bir soru geliyor. Mevcut ve aşırı sıkışmış (yoğunlaşmış) kentleri iyileştirmeye çalışmak yerine imarı daha baştan tasarlanmış yeni kentler mi üretmeliyiz? Böyle bir tasarım anlayışı ile yeni teknolojik olanakları o kentte yaşayacak insanların yararlanmasına adil olarak sunabilir miyiz? Kendime böyle bir soru sorduğumda hemen ardından zihnimde “Mevcut ama iyileştirilmesi, onarılması ve sürdürülmesi açısından ‘artık imkânsızlık noktasına varmış’ kentsel yerleşimleri ne yaparız?” beliriyor. Bazı ‘fütüristik’ filmlerde izlediğimiz gibi –yoksulların ve toplumdan dışlanmışların yaşamaya çalışacağı– bu kentleri, çevreleri çok yüksek ve kalın duvarlarla çevrilmiş girilemeyen ve çıkılamayan lanetlenmiş gettolar haline mi getireceğiz?
Çizdiğim muhtemel karanlık resmi netleştireyim. Geleceğin kentleşme anlayışı, bizi bugüne getiren bakış açılarından farklı olmak zorunda… Birden fazla yönelimi karmaşık bir değerlendirme ve planlama anlayışı ile ele almak zorundayız. Geleceği doğru biçimde öngörmezsek kentler geleceği kaybetmemizin ‘en mükemmel’ araçlarından birisi olacaktır.
Küreselleşme ile birlikte tarihin tercihini vazgeçilmez biçimde kentlerden yana oluşturduğunu daha iyi gözledik. Çoğu zaman ‘mega kentleşmeyi’ insanlığın ilerlemesi olarak algılayıp alkış tuttuk. Ama gelecek öngörülerimiz bize gösteriyor ki, uygarlığın attığı her adım bir yandan yeni fırsatlar ve imkânlar getirirken aynı anda yeni riskler ve tehditler de içeriyor. Yakın zamana kadar alkışladığımız kentleşme olgusunun önümüzdeki geleceğin en ciddi sorun kaynaklarından birisi haline dönüşebileceğini ivedilikle kavramamız ve öncelikle bakış açısı değişikliğine gitmemiz gerekiyor.
Yükselen Teknoloji
Teknoloji ivmeli bir hızla çeşitlenerek yükseliyor. Bir başka değişim ise teknolojilerin birbirleri ile eklemlenerek yeni formlar oluşturmaları şeklinde gelişiyor. Bu gelişim ise yeni fırsatlar ve riskler oluşturarak toplumları ve ekonomileri değiştirici etkiler yapıyor. Örneğin üretimi oluşturan faktörlerin arasına yenileri katılırken bazıları öne çıkıyor, kimileri ise hızla öne çıkıyor. Örneğin geçen yüzden beri bilginin ve bilgiyi üretmek için gerekli süreçlerin üretimdeki baskınlığı hızla artıyor. Teknolojinin (dolayısıyla makineleşmenin) üretim içindeki payı büyürken işgücü bu değişimden olumsuz etkileniyor.
Teknolojik değişime kuş bakışı göz attığımızda bilişim, iletişim, İnternet, sensor (veri toplama) ve otomasyon teknolojilerindeki ciddi bilgi ve uygulama artışını gözlüyoruz. Bunlara paralel olarak yaşamın her alanında iletişime uygun, akıllı cihazların sayı ve çeşitlilik olarak yükseldiğini izliyoruz. Geçmişte herhangi bir iletişim ve bilgi işleme özelliği olmayan eşya, emtia ve artifaktların önümüzdeki kısa ve orta gelecekte bu becerilerle donanmış olacağını söyleyebiliriz. Her nesneyi iletişebilir ve bilişebilir hale getirecek olan bu gelişime “Nesnelerin İnterneti” (son zamanlarda “Her Şeyin İnterneti”) adı veriliyor. Bu bağlamda insanlar ve makineler arasında gereğinde veriyi işlenmiş halde servis eden, akıllanmış, çok hızlı ve çift yönlü (iletişim ötesi) etkileşim gerçekleşecek. Makineler, sistemler ve süreçler yüksek oranda karar üretebilen bir konuma yükselecek. Düşük nitelikli işgücünü üretim süreçleri dışına itekleyecek gelişmelerin arka planı böyledir.
Bir başka gelişme ise üretim araçlarının ve metodolojilerinin değişiminde yaşanıyor. Bilgisayarlarla etkileşebilen (veya zaten kendisi aynı zamanda bilgisayar olan) makineler insan müdahalesini gerek kalmadan üretim yapma başladılar bile. Bunda geleneksel kalıp teknolojilerinden üç boyutlu baskıya (artırımlı – eklemeli teknolojiye) geçişinde etkisi var. Adeta bir kâğıda çizen yazıcıların hızına ve kolaylığına benzer şekilde üç boyutlu baskı sistemleri küçük yedek parçalardan insan uzuvlarına, gıda ürünlerinden ev ve arabalara kadar her şeyi üretme yeteneğine sahipler. Bunları veri işleme yetenekleri ile birlikte gerçekleştirdiklerinde geleneksel fabrikalardan farklı bir üretim mekânına geçiş yapacağımız kolayca anlaşılıyor. Bu yeni türden üretim mekânına “ışıksız (karanlık) fabrika” adı veriliyor. Bu mekânda makineler –insani işgücünün gerek duyduğu– yeme, içme, ısıtma, aydınlatma, taşıma gibi maliyet kalemlerine ihtiyaç duymayacak.
Geçtiğimiz yüzyılın üretim modelinde işgücü, maliyetin büyük bölümünün oluşmasında ağırlığı olan bir bileşendi. Bu nedenle kendi gelişmiş ülkelerinde işgücünün yüksek maliyetinden kaçan yatırımcılar ve şirketler dünyanın farklı ve emeğin görece ucuz olduğu yerlerde konumlandılar. Bu anlayış çerçevesinde Güneydoğu Asya gerçek çekim merkezlerinden birisi oldu. Teknolojinin geliştiği bu dönemde ise işgücünün cazibesini yitirmesi ile birlikte bu bölgeler ve şehirlerde çekim merkezi olma niteliğini kaybediyor. Şimdi üretimin ışıksız fabrikalar olarak geriye göç etme zamanıdır. Karşımızdaki soru şudur: Geriye göç hangi bölgelere ve şehirlere doğru olacak?
Yeni türden ışıksız fabrikalar yapıları gereği bir gelişmiş ülke arazisinin tarıma ve yerleşmeye uygun olmayan bölgelerine kolayca yerleşebilirler. Ayrıca gelişmiş ekonomiler bu üretim merkezlerinde yoğunlaşmış olan ileri teknoloji sistem ve metodolojilerini başkaları ile paylaşmak istemeyebilirler. Böyle bakıldığında geriye göçün hedefinde kapitalizmin gelişmiş ülkelerinin olacağını öngörebiliriz. İlk izlenimlere göre geri göçle birlikte ışıksız fabrikalar ne Kenya’ya ne de Konya’ya gelecektir.
Teknolojinin Kente Etkileri
Yeni, hızlı, çeşitli ve kapsamlı teknolojik gelişmelerin kent yerleşimlerini ve şehirleri nasıl etkilemesini bekliyoruz? Yaşamakta olduğumuz ve kısa-orta vadede gerçekleşmesini beklediğimiz teknolojik değişime bir kez daha göz atalım. İnsan yerleşimlerini etkileyebilecek olan yeniliklerin odağında bilişim, iletişim, İnternet, otomasyon, sensör (veri toplama) ve otomasyon gibi teknolojiler yer alıyor. Bunların başka alanlardaki mevcut ve muhtemel etkilerini dikkate aldığımızda yakın ufkumuzda yer alan yaşam mekânlarını “akıllı yerleşimler” olarak nitelemek zor olmaz.
Daha şimdiden örnekleri görülmekle birlikte ilerleyen zamanda kentsel hizmetlerin, altyapının ve ulaşım yollarının giderek daha fazla oranda internet bağlantılı olacağını öngörebiliriz. Bir kent yaşamsal yapılardan ve çeşitli artifaktlardan oluşmakla birlikte daha değerli olan, bunların arasındaki akışlardır. Bir yerleşimde değişim noktalar arasında insan, taşıt, ürün, malzeme, enerji ve enformasyon gerçekleşir. Yeni dönemde akıllı yerleşimlerde bu akışlarla ilgili trafik yeni teknolojilerin oluşturulmasına imkân verdiği zeminde gerçekleşecek. Dünyanın yenilikçi özellikleri ile öne çıkan kentlerine baktığımızda buralarda mevcut durumda bile taşıt park etme (otopark), aydınlatma ve çöp toplama gibi bazı yerel yönetim hizmetlerinin akıllı otomasyon ile yerine getirildiğini görüyoruz. Vizyoner ülke ve kent yönetimlerinin teknolojik gelişmenin imkânlarından yararlanarak kent hizmetleri konusunda ‘barbar dönemlerden’ miras kalan yaklaşımlardan çoktan uzaklaştığı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde gelişmişliğin ölçülerinden birisi yurttaşların genel anlamda kentsel yaşam kalitesidir.
Kentsel gelişmişlikten söz edildiğinde; çoğu zaman sosyal ve kültürel yaşama ilişkin kozmetik projeler anlaşılır. ‘Güzel’ veya ‘iyi’ olarak nitelenen kent yerleşimlerinin belli başlı özellikleri olarak park gibi açık alan düzenlemeleri ile heykel vb. dış mekân artifaktları öne çıkarılır. Bir adım daha ileri gittiğimizde bunlara eğlence yerleri, müzeler, konser salonları, kültür merkezleri ve sergi mekânları eklenir. Gelişmiş kente ilişkin alaturka algı içinde o yerleşimin yenilikçi, bilimsel, teknolojik, sınai ve ticari gelişmişliği ve geleceğe ilerleme yeteneği yer almaz. Özellikle o yerleşimdeki iş, sanayi ve ticaret bölgeleri ile buralarda yaratılan katma değerin düzeyi akla gelmez. Çünkü ortalama yurttaştan yerel yöneticiye kadar alaturka algısı kentsel yerleşimin gelişmişliğini –üretimde olması gerekirken– tüketim odağında oluşturur. Üretim ve tüketim kalite ve yeteneklerini vizyoner biçimde planlanmış bir denge noktasında buluşturamayan kentler teknolojik değişimin nimetlerinden gerektiği ölçüde yararlanmaktan çok uzak kalacaktır.
Teknolojik değişim üretim perspektifinde kent yerleşimine neler kazandırabilir? Teknolojinin üretime yansımasını okumanın ilk adımı verimliliktir. Bir şehir kendini yeni teknolojik gelişmelerle donatma (bu bağlamda bilimsel ve teknolojik zenginliğini yaratma) yeteneğine sahip olduğunda bir bütün olarak kaynaklarını daha verimli kullanma niteliğine sahip olacaktır. Bu, üretkenlik artışıdır. Daha fazla katma değer üretebilen bir kent hem mekânsal bir bütün hem de orada yaşayan yurttaşlar açısından çok boyutlu olarak daha zengin hale gelecektir. Üretim geliri olarak yükselmeyen bir kentte yaşam kalitesinin yükselmesi ancak bir ‘balon etkisi’ şeklinde olur. Bir krizin yapacağı ‘toplu iğne etkisi’ bu balonun bir anda sönmesini sağlar.
Küresel teknolojik gelişime geri dönelim. Dördüncü Sanayi Devrimi veya Sanayi 4.0 olarak anılan bilimsel ve teknolojik gelişmeler küresel rekabeti sadece işletmeler ve çalışanlar için değil, kentsel yerleşimler açısından da daha zor hale getiriyor. Bu nedenle sadece işletmelerin değil, yerel yönetimlerin de bilimin, teknolojinin ve sanayinin yükselen bu yeni durumuna uyum sağlamaları gerekiyor. Bu değişimi doğru kavramayan kentler geleceğin yükselişini düşük yaşam kalitesi bataklığında ancak uzaktan izleyebilirler.
Düşük Ekonomili Kent
Genelde teknolojik gelişim, özelde inovasyon ve otomasyon dünyanın gelişmiş ülke, bölge ve kentlerinde gelişmek için daha çok fırsat ve imkân buluyor. Ortalama gelirin görece daha düşük olduğu, toplumda bilim ve teknolojinin doğru biçimde gelişemediği ulusal ve yerel ekonomilerde ise hâlâ emek yoğun üretim baskın halde. Pek çok sınai işletme iş gücü ve makine zamanı üzerinden düşük kâr oranları ile fason iş yaparak yaşamaya çalışıyor. Teknolojik değişimin gelişmiş ekonomilerde hızlı ve yaygın ilerlemesi hâlâ emek üzerinden kazanmaya çalışan ekonomi ve bölgeler için pek ‘iç açıcı’ görünmüyor. İleri teknolojinin gelişmiş ülkelerde yoğunlaşması ‘gelişmekte’ olanları oyunun dışına (düşen gelir bataklığının kıyısına) itekleyici etkiler yaratabilir.
Ülke ve bölge ekonomilerinin ekonomik olarak gelişimi burada yer alan kentlerin kazançlı gelişmesi ile yakından ilgilidir. Arzulanan ekonomik sonuçları alabilmek için bu şehirlerin ve bunlarla ilgili ekosistemlerin bilimsel ve teknolojik olarak çok yönlü beslenmeleri gerekir. Özellikle 20’nci yüzyıldan başlayarak kentler ekonomik büyümenin ve sosyal gelişmenin motoru niteliğine sahip oldular. Bu kentleri içine alan bölgeler rekabet açısından üstünlükler elde ettiler. Günümüzde de gelişmiş kentler bu niteliklerini sürdürüyor.
Kentlerin bilimsel ve teknolojik gelişimi sadece işletmelerin, üniversitelerin ve ar-ge kuruluşlarının misyonlarıyla sınırlanamaz. Bu yerleşimlerin söz konusu alanlardaki gelişimi ulusal, bölgesel ve yerel yönetsel tercihlerle çok yakından ilgilidir. Örneğin gelişkin bir internet altyapısı ve sunumu, ulaşım kolaylıkları, enerji tüketimi imkânları, atık geri dönüşümü, sayısal teknolojilerin uygulanma kolaylığı bir kentsel yerleşimin daha katma değerli ve daha yaşanabilir hale getirecektir. Bir başka deyişle bir kentin ‘iyi’ veya ‘güzel’ olması sadece mekânsal kozmetikle ilgili değildir; söz konusu yerleşim üretim-tüketim dengesi, gelir yaratma, bilim ve teknoloji geliştirme, inovasyon becerileri ve teknolojik düzey (hatta sanayi ve ticaret) açısından da üst sıralarda yer alabilmelidir. Yaşadığımız çağda doğal ve sürdürülebilir kaynaklara sahip olmayan yerleşimler açısından bilimsel, teknolojik, sınai ve ticari inovatif üstünlüklere sahip olmak vazgeçilmez niteliktedir.
Gürcan Banger
Comments